Başta Güney Afrika olmak üzere Zimbabwe, Zambiya, Namibya ve Malavi’ye, Avrupa’dan gelenler çiftçi ve köylülerdi. Bu beyaz adamların tek derdi geniş topraklara sahip olmak ve hayatta kalmak için ekip biçmekti. Avrupa’nın alt orta sınıfını oluşturan bu insanlar, burjuvaya karşı öfkeden çok bir imrenme içindeydiler. Onlar da sahip olacakları yeni topraklarda kendi burjuva sistemlerini kuracak ve sınıf atlamış olacaklardı.
Özellikle Hollandalılar kaba saba, eğitimsiz Avrupalılardan oluşuyor, yerli Afrikalılarla nasıl bir ilişki kuracaklarını anlamıyorlardı. Onların tek istediği Afrika’nın hayvanlarına ve insanlarına ait olan bu topraklarda onları yok etmekti. Yok ettiler de, o verimli toprakların asıl sahipleri olan binlerce Koi ve San yerlileri katledilerek öldürüldü.
Avrupalı çiftçi göçmenlerin istedikleri olmuştu. Verimli geniş araziler onlara kalmış, Avrupa’nın sefil insanları toprak sahipleri olmaya başlamıştı. Fakat bu çiftçiler burjuva sınıfının ilgilerinden çok farklıydı, sanat, edebiyat gibi kültürel unsurlardan çok uzaktılar. Bildikleri sadece kilise müziğiydi ve haftada bir pazar günü kiliseye gelerek sanat ve ibadet ihtiyaçlarını da gidermiş oluyorlardı.
Hollandalılar, Portekizler, İspanyollar, Fransızlar hatta İngilizler Güney Afrika’ya kendi kültürlerini bile taşıyamadıkları gibi Afrika kültürünün de dışında kaldılar, hep o zengin Afrika kültürüne karşı dışlayıcı bir dil kullandılar. Afrikaans dilinin bugün birkaç ülkede kullanılmasının en önemli göstergesi bu durum. Afrikaans dilindeki zenginlik bir Hausa ya da bir Svahili dilinde yok. Oysaki bu dile bile asıl kimliğini veren yerel halkların ve uzak Asya’dan getirdikleri kölelerin etkisi.
Miras olarak beyaz Afrikalı göçmen çiftçiler, yüzyıllardır Avrupa’da uyguladıkları tarımı yerel halka öğretmediler. Çünkü yerlilerin toprakla ilgilenmesini, toprak sahibi olmasını hiçbir zaman istemediler. Onların istedikleri yıllardır serf hayatı yaşadıkları Avrupa’da kölelik ruhunu yerel halkları kullanarak devam ettirmekti.
Avrupa’da, Amerika’da Brezilya’da siyahlar köleleştirildi ama kendi vatanlarında köleleştirmeye razı olmadılar. Koi ve San yerlileri köleleşmemenin bedelini çok ağır ödeyerek yok olma tehdidi ile karşı karşıya kaldılar
Afrika’da “İncil” ve “toprak” arasında önemli bir ilişki vardır. İncil’in olduğu yerde toprak, toprağın olduğu yerde İncil olmaz gerçeği vardır Afrika’da. Yerel halkları topraksız bırakmak için onlara İncil verilmeliydi, İncil sayesinde topraklara ihtiyaç duymamalıydılar.
Öyle de oldu. Yerel halk, İncil’i alırken topraklarını beyaz çiftçilere terk etti. Beyaz çiftçiler yıllarca bu topraklar üzerinden kendilerine ait olmayan ürünü yetiştirdiler. Oysaki onlarla toprak arasında bir bütünlük vardı, her toprakta yetişen ağacın anlamı büyüktü onlar için. Mango Ağacı özgürlüğü, Muz ağaçları zengin kültürlerini temsil ediyordu. Zulu yerlileri topraklarını kaybedince yalnız mal mülklerini değil, özgürlüklerini de kaybettiklerini çok geç anladılar.
Beyaz çiftçilerin hala etkili olduğu Güney Afrika, Zimbabwe, Zambiya, Namibya’da bağımsızlık sürecinde verilen topraklar geri alınmak istendi. Beyaz çiftçiler buna direndi ve siyahların bağımsızlıklarını verdi, ama topraklarını vermediler. Fakat asıl bağımsızlık toprakla mümkün olabilir ve asıl sahiplerine verilirse sömürgecilik sona erebilirdi.
Güney Afrika’da beyaz çiftçilerin hâkim olduğu apartheid rejim, Zimbabwe ve Zambiya’da Rodezya rejimleri yıkıldı ve siyahlar yönetime geldi ama toprakları alamadılar. Ta ki, Zimbabwe’nin eski devlet Başkanı Robert Mugabe’nin beyaz çiftçilerin topraklarını elinden alıp siyahlara verene kadar. Mugabe’nin toprak reformu sözde sömürgecilik karşıtı modern Avrupa ülkelerinde geniş bir tepki ile karşılandı ve başta İngiltere olmak üzere küresel güçler yaşlı kurdun ülkesini dünyadan tecrit etmeye başladılar.
Mandela bir özgürlük savaşçısı, lakin toprakların önemini bilen bir devlet adamı değildi. Özgürlüğü gök kuşağı ulusuna verdi, ama topraklarını veremedi. O topraksız bir özgürlük yani eksik bir özgürlüğü getirebildi ancak.
Güney Afrika’da neden toprak reformu yapılamadığı tartışılır. Hala ülkenin en verimli toprakları beyaz azınlık çiftçilerin elindedir. Beyaz çiftçiler, her şeylerini verir ama topraklarından asla vaz geçmezler. Oysa asıl bağımsızlık toprağın hakimiyeti ile gelir. Belki geçmiş asırlar kadar toprağın öneminde de azalma olmuştur. Lakin yine varlığın olmazsa olmaz şartlarından biridir.
Mugabe’nin devrilmesinden sonra yeni Zimbabwe yönetimi ülkeden kovduğu beyazları tekrar çağırıyor ve toprak reformu yapılarak sahte sahiplerine verileceğini söylüyor. Zambiya’da da toprak reformu yapılacağının işaretlerini vermeye başladı ve bağımsızlık sonrası ülkelerini terk etmiş beyaz çiftçilerin topraklarına dönebilmesini istediklerini belirtti.
Özgürlüğün son kalesi Güney Afrika’da ise bir toprak reformundan söz ediliyor, yalnız beyazlar topraklarını bırakma niyetinde değil. Bu yüzden siyah ve beyazlar arasında üstü örtülü bir savaş sürüyor. Dönem dönem beyaz toprak sahipleri saldırıya uğruyor ve öldürülüyor.
Olayın farklı bir boyutu da var. Zimbabwe’den 1987’den sonra 5700 beyaz çiftçi ülkeyi terk etmiş ve bu topraklar devletleştirilmiş. Siyahların elindeki topraklar beyazların üretiminin yirmide birine dahi ulaşamıyor. Genelde tarımla uğraşan fakir yoksul ve eğitimsiz insanlar oluyor. Oysaki Afrika rönesansını, devrimini, dirilmesini sanayi ve teknoloji ile değil sahip olduğu başta toprak olmak üzere doğal kaynakları ve kültürü ile gerçekleştirebilir.
Yeni kuşak siyah gençler, toprağın öneminden bihaberler. Batılı gibi olmak için, onlar gibi yaşayarak refah seviyesine ulaşacaklarını zannediyorlar. Toprağa hakim olmadan egemen olamayacaklarını, sürekli yoksulluğa mahkum olacaklarının farkına varamıyorlar.
Birileri onlara Nyere’nin, Mugabe’nin, Kenyatta’nın ne için mücadele etmesi gerektiğini hatırlatması gerekiyor.
Sömürge döneminde siyah işçilerin bir onuru beyaz çiftçilerin ise kültürel fakirliği vardı. Şimdi o onur da kaybedilmek üzere ve beyaz çiftçilerin fakirliğine öykünme var. Bilinmelidir ki, Afrikalılara hayatta kalma mücadelesini veren onurlarıydı, başkalarının fakirlikleri değil. İşte şimdi o onuru topraklara sahip çıkarak tekrar elde etme vakti…