“Yıl 1937, aylardan Nisan…
Çiçeği burnundaki Türkiye’nin, milli şef unvanıyla tek zalimi olmaya hazırlanan Başvekil İsmet İnönü, Yugoslavya’ya resmi bir ziyarette bulunur.
Bosna-Hersek, Yugoslavya’ya bağlı ve yabancı devlet adamlarının, üç büyük dinin sembollerini bünyesinde toplayan Saraybosna’yı ziyaretleri teamül olarak sürmektedir.
İnönü de bu teamüle uyarak, gider Saraybosna’ya.
Hristiyanlarla Yahudilerin dini mekânlarını ziyaret ettikten sonra Gazi Hüsrev Camii-külliyesine yönelir.
Gelen Osmanlı paşası (ya da yeni emir) olduğundan Bosna-Hersek’de ne kadar Müslüman varsa alanları, caddeleri, sokakları doldurmuşlardır.
Tanıkların rivayetlerine göre, o izdihamda İnönü, beş dakikalık yolu, bir saatte ancak yürür.
Bosna-Hersekliler beklerler ki, İnönü, Gazi Hüsrev Camii’nde secde ettikten sonra, eli kulağında bulunan Tito zulmüne dair koruyucu, kollayıcı birkaç kelam etsin, gündelik hayata ve geleceğe dair umut taşıyan birkaç cümle kursun.
Ama umdukları gibi çıkmaz. İnönü, zar zor girebildiği cami avlusundan, arkasına bakmadan hışımla kaçar…
Kaçış o kaçış… Herkes arkasından baka kalır.”
Bu bilgiyi okurlarıma, geçmişte bu sütunda “tarihin kader oluşu” bağlamındaki bir yazımda iletmiştim.
Şimdi “seyahat ve tarih ilişkisi” bağlamında yazmaya başlarken yeniden hatırlatma ihtiyacı duydum.
Çünkü İnönü’nün naklettiğim tutumu, merhum Turgut Özal’ın (v. 1993) başbakanlığına kadar dışarıdaki Müslüman kardeşlerimize ve soydaşlarımıza karşı, resmileşen bir “ufki körlük politikası” olarak içe kapanmamızı, onlardan bihaber yaşamamızı, dolayısıyla tarihi hafızamızın aşınmasını beraberinde getirdi.
Turgut Özal’ın, söz konusu resmi eğilimi aşma yönündeki iyi niyeti, SSCB’nin Afganistan’ı işgali (1979), İran İslam Devrimi’nin gerçekleşmesi (1979), SSCB’nin dağılması (1990) ve Bosna Savaşı (1992) gibi büyük olayların, içerideki bilgilenme arzusunu tetiklemesiyle birleşince, İslam coğrafyasına yönelik ufki körlük de yerini yeni bir açılmaya, keşif çabasına, aidiyetlerin yeniden tesisine bıraktı.
Bu manadaki ilk öncüler, SSCB’nin işgaline karşı Afganlı kardeşlerinin yanında yer almak için giden kardeşlerimizdir.
Onlar sadece Afganlılara değil, içeride sıkışıp kalmış, resmi politikalarla ufukları daraltılmış olanlarımıza dışa açılma gayreti aşılayan, ufuklarını İslam coğrafyasınca genişletebilme imkânının varlığını hatırlatan ilk kuşak olma şerefine sahiptirler.
O serdengeçtilerden aklıma gelen ilk isim, merhum Bahattin Yıldız’dır (ş. 2010). Dünya ufku Afganistan’la açılan ve yine Sahlan geçidine düşen uçakta, İHH Asya sorumlusu Faruk Aktaş ile birlikte şehit olmasıyla Afganistan’da kapanan Bahattin Yıldız…
Kuşağımdan birçok değerli isme İslam coğrafyası bilincini kazandıran, Bosna Savaşı’nda Süleyman Gündüz’e, merhum Akif Emre’ye ve daha birçoklarına manen kılavuzluk eden Bahattin Yıldız…
Darbenin, savaşın, kanın, zulmün ve şiddetin… tersinden bir canlanmaya, uyanışa, aydınlanmaya gebe olması ve bu yönden gelen ufki darlığımızın yine aynı yönden açılması ne kadar ilginç!
AK Parti iktidarıyla birlikte, ulaşımda sağlanan rahatlık, seyahat maliyetlerindeki düşüş ve yıllarca monşerlere, beyazlara mahsus olan uçak yolculuklarının herkes için mümkün hale getirilmesiyle ufki körlük tarihe gömülürken, imkânı, İslam coğrafyası diye bir meselesi ve ümmet diye bir kaygısı olanlara da “kendiliğinden” yeni sorumluluklar tevdi edilmiş oldu.
Bu sorumlulukların ilki, geçmişten bugüne Müslümanların dünya üzerindeki izlerini bizzat görmek, tanımak ve nakletmektir. Bu manada geçmişin bilgisi, bugünün bilgisine dâhildir. Dolayısıyla ne bölgemizdeki mevcut siyasi ve askeri hareketliliğin dışında durmak ne de emperyalistlerce Müslümanların tarihi izlerine örtülen tozları silmekten geriye düşmek mümkün değildir.
Artık Kudüs Konya’ya, Bali Burhaniye’ye, Kalküta Diyarbakır’a, Taşkent Sivas’a… bitişiktir.
Artık seyahat etmek, tarihimizle buluşmamız demektir ve üstelik Bahattin Yıldız’ın, Akif Emre’nin ve daha onlarca fedakâr ismin zor şartlarda açtıkları yollar şimdi ışıklandırılmıştır.
“Seyahat edin, sıhhat bulun” diye emreden Peygamberimizin, zihniyetimizin, kültürümüzün ve erkimizin, kısaca İslami ve tarihi aklımızın sıhhatini kast ettiği de aşikar iken, seyahatten kaçmanın aynı zamanda bunlardan kaçmak olacağı aşikardır.
O halde çantalarınızı hazır tutunuz; seyahatiniz tarihe olduğu kadar yeni bir tarihin yazılmasına doğrudur.
Tarihe ve geleceğe; yola ve yolculara selam olsun!