Türkiyeli Müslümanlar olarak daha evvel tecrübe etmediğimiz düzeyde ilginç bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum.
Öyle ya da böyle Türkiye’de yaşayan Müslümanların ekseriyetinin bir ‘cemaat’ olarak kabul ettiği ve ona göre pozisyon aldığı bir yapının geldiği noktanın şaşkınlığını henüz kimse üzerinden atabilmiş değil. Kimi Mavi Marmara hadisesinde, kimi dershanelerin kapatılmasının konuşulduğu zamanlarda, kimi 17-25 Aralık darbe girişimi sürecinde, kimi ise 15 Temmuz işgal teşebbüsü esnasında yüzleşti bu gerçekle. Aslına bakarsanız bu öyle bir çırpıda kenara konulup unutulabilecek bir mevzu da değil. Biraz abartıyor görünebilirim ama yaşadıklarımızı bir anlamda travma olarak nitelemek durumundayız.
Tekrar tekrar dinlediğiniz, seyrettiğiniz, okuduğunuz, konuştuğunuz, anlattığınız, yaşadığınız şeyleri bir kez daha sizlere anlatacak değilim. Bu konuda artık gına geldiğini ben de biliyorum. Bir an evvel dünyanın en büyük çukuruna gömülsün, üzerine kireç dökülsün ve öylece unutalım istiyoruz her birimiz. Toplumun tüm katmanlarına, ailelerin kimi fertlerine, siyasi partilerin karar alma mekanizmalarına, ticaret hayatının göbeğine, bürokrasinin hemen her noktasına, kurumsal şirketlerin insan kaynakları, teftiş ya da bilgi işlem merkezleri başta olmak üzere hemen hemen tüm kritik noktalarına, güvenlik kurumlarımızın neredeyse tamamına, en çok güvendiğimiz, kritik dönemlerde kulaklarımızın sesini aradığı, kriz anlarında gözlerimizin boyunu posunu görmeyi arzu ettiği liderimizin hemen yanı başına kadar örgütlenmiş yarım asırlık bir oluşumdan söz ediyoruz. Bunda baştan ayağa her birimizin öyle ya da böyle katkı sağladığımızın farkında oluşumuzun travmamızın da esas sebebi olduğunu düşünüyorum.
Şimdi ben bu cümleleri kurunca bazılarınız –haklı olarak- ‘benim bunlarla hiç işim olmadı’, ‘ben bunların zaten ne mal olduğunu biliyordum’, ‘bizim değer verdiğimiz filan şahıs bunlar için şöyle şöyle cümleler sarf etmişti ve bizden bu yapıdan uzak durmamızı istemişti zaten’ gibi cümleleri yedeklenerek itiraz edeceğini biliyorum.
Öteden beri benim için önemli isimlerden olan bir ağabeyimle nöbet gecelerinin birinin sabahını takip eden saatlerde konuşurken, Fethullah Gülen’e ve örgütüne ilişkin olarak ‘haşhaşi’ tabirini daha 1976 yılında Kriter Dergisi’nde kullandığı dönemlerde, sonradan Ak Parti hükümetlerinde üst düzey vazife alacak İstanbul Hukuk Fakültesi’nden bir arkadaşının İzmir’e vaazlara otobüs organizasyonu yaptığını anlattığında şaşkına dönmüştüm. Ve yine bir üst düzey Ak Partili ismin çok değil şunun şurasında 4-5 sene evvel Bursa Almira Otel’de kendisine Fethullah Gülen hareketinin nasıl da güzel bir yapı olduğunu ballandıra ballandıra anlatışını aktardı hemen akabinde. İsimleri bende mahfuz bu iki güzel insanın da bugün durdukları nokta elbette Türk toplumunun durduğu nokta ile aynı yerde.
Mesela ben bir diğer ağabeyimin bu örgütle ilgili olarak kimi üst düzey yöneticileri uyardığında ‘Ya abi biraz abartmıyor musun?’ cevabını istihza ile karışık olarak aldığını da biliyorum. Bugün o isimler paralel ile mücadeleyi canla başla yürüten kadrolarda yer alıyorlar. Alacaklar elbette. Öyle olmak zorundalar.
Sonra, 2010 yılındaki referandum sürecinde köy köy çalışan Fethullahçılara ilişkin olarak ‘yahu nedir bunlardaki bu iştah?’ sorusunu soran hiçbir Müslüman kalem hatırlamıyorum nedense.
Bir esnafın ‘kardeşim benim dükkanıma gelip de eli boş dönen hiç kimse olmadı ki bugüne kadar, Allah bize verdi biz de Allah rızası gözeterek kapımıza gelene’ dediğini hiç unutmuyorum.
Aslında toplumumuzun kahir ekseriyetinin başlangıçta din ile, iman ile, Allah ile ‘kandırıldığı’ ve sonrasındaki süreçte ‘ne istedilerse verme’ hususunda kendilerini mecbur hissettikleri bir durumu yaşamış olduk yıllarca.
Sanılanın aksine, bu davranış biçimini yadırgamadığımı söylemeliyim. Bu toplumun kodlarında üzerinde eski harfler bulunan bir çikolata ambalajını yerden kaldırıp yüksekçe bir yere koymak diye bir şey var mesela. Bu toplum, belki hangi surenin hangi ayeti olduğunu söyleyemez ama tam da ‘el açıp isteyeni azarlama’ ayetindeki düstura göre hareket eder. Namaz kılan gençlere karşı bir zaafı vardır bizim toplumumuzun.
Bütün bunların üstüne şunu söyleyebiliriz; bu toplum kimseyi ama kimseyi aldatmadı. Aldanma pahasına aldatmadı üstelik, aldandı ama aldatmadı. Sadece aldandı. O kadar. İşte bugün bedel ödüyor bu yüzden.
Geldiğimiz noktada, toplumumuzun halet-i ruhiyesi ilginçtir. İki yönlü davranışı aynı anda sergiler. Bir yandan derin bir sorgulama içerisindeyken diğer yandan yürüyüşüne devam etmektedir. Yaşadıklarına hayıflanır uzun uzun. İç çeker. Vay be der. Nasıl yani diye sorar tekrar tekrar. Sorgular, yanlışları tespite gayret eder. Tekrarına mahal vermemek adınadır bütün bunlar. Bütün bunların yanı sıra üzerine düşeni de tereddüt etmeksizin yapmaya da devam eder. Tank durdurur, yanında duracağı ismi belirler, istikamet verir, cesaretlendirir. Üstelik bunları büyük bir sükunetle, metanetle, basiretle, ferasetle ve adaletle yapar ve alınacak aksiyonlarda da aynı hassasiyetleri bekler.
Bu bahsettiklerim içinde yaşadığı toplumla hemhal olmayı başarabilmiş ve o toplumun bir parçası olma konusunda en küçük bir tereddüt yaşamamış olan herkes için geçerli.
Diğerlerine gelince;
Onlar, daima suçlu ararlar, çünkü kendileri suçsuzdur. Ben dediydim en çok kullandıkları cümledir. Şu şöyle davrandı bunlar ondan oldu der. Önyargılı ve peşin hükümlülerdir. Sorunun köklerine dair cümle kurduklarında, cemaatlere, sivil toplum kuruluşlarına, öteden beri dini hassasiyetleri ile pozisyon almış olanlara ulaşırlar çarçabuk. En önemli özellikleri ise, boşluk doldurma çabası içerisine girmeleridir, üstelik apar topar. Bu uğurda habire adam eksiltirler. Hem ortada kolaylıkla adam yaftalayacak bir etiket de mevcuttur. Çok kullanışlı bu etiketi önünde gördüğü herkese yapıştırma konusunda hiç çekinmezler. Büyük bir çaba içerisinde olduklarını görürüz onların. Bu çabaları esnasında kullandıkları usuller ise sahneden çekilmek durumunda kalan paralel ihanet çetesinin usullerinin kötü bir taklidinden ibarettir. İşi sulandırırlar, sulandırırlar, sulandırırlar.
Sanırsın ki, bugüne oynamaktadırlar. Hayır öyle değil. Onlar liderin ve toplumun arasına bugünden girmeye cesaret edemezler. Onların hedefi liderden sonrasıdır. Bu yüzden liderin yanında durduklarını yerli yersiz her ortamda söylerler.
Ha bir de herkesi ama herkesi, hiç de hesap etmedikleri halde karşılarına almayı bir çırpıda becerirler, herkese pişkin pişkin ‘senin yüzünden’ demeyi asla ihmal etmezler ve ellerini yıkayıp çıkarlar işin içinden.