Sapkınların, eşkıyaların ve isyankârların hâllerini konuşabilmek

FETÖ vakasının dinsel ve siyasal olmak üzere iki boyutu olduğunu biliyoruz, ama sürmekte olan ilgili operasyonları konuşmanın da verdiği bir tatminle söz konusu iki boyutu gereğince konuşamıyoruz.
Aslında gereğince konuşamamanın iki nedeni var.
1-Dinsel boyutunu konuşmak, FETÖ’nün düşünsel özünü oluşturan yapıları ve onları oluşturan zatları konuşmayı zorunlu kılmaktadır.
Bu, o yapıların ve zatların hayranı olan kimi grupları rahatsız etme niteliği taşıdığından, hem onları hem de “milli birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günde tefrika yaratmayalım” goygoyculuğuna tabi olanları rahatsız etmektedir.
2-Siyasal boyutunu konuşmak ise, tıpkı ilk husustakine benzer şekilde taraftarlık, ihmalkarlık, aymazlık, vurdumduymazlık… cihetlerinden kimi siyasilerin ipliğinin pazara çıkarılmasına dayanmaktadır.
Dolayısıyla baştaki iki husus da, şimdi zikredilen bu iki madde nedeniyle gereğince konuşamamanın imkansızlığı içinde bloke edilmiş olarak konuşulabilecekleri günleri beklemektedir.
Şu kadarını söyleyelim ki, FETÖ, evvel emirde tasavvufsuz bir tarikattır. Yaslandığı ana kaynağın kendisini hakikatle tanımlayarak, siyasetten bir tür nefret itkisiyle bahsetmesi, eğer halk söyleyişiyle bir tür “numara çekmek” değilse, bihakkın uydurmadır, yalandır, en azından saptırmadır.
Zira biz FETÖ tipi tarikat bozgunluğuyla ilk defa karşılaşmıyoruz. Bidayetinden beri bu tarz bir tehlike Müslümanların başında Demoklesin kılıcı gibi sallana gelmiştir. Sebebi, diğer bir ifadeyle bunların ayağının yer tutmasının esası da bellidir; ümmet içerisinden çıkmış olmakla kendilerini yine burada gizleme / perdeleme imkanına sahip olmalarıdır.
“Bidayetinden beri” deyişimizi İbn Haldun’un Mukaddimesi’nde aynı bağlamda yer alan şu bahisle açabiliriz.
Diyor ki İbn Haldun:
“Dinî davet, asabiyete dayanmadan gerçekleşmez… (B)unun sebebi şudur: Halkın ve umumun sevk edildiği (siyasî) her hususta mutlaka asabiyete ihtiyaç vardır. (…) Sahih bir hadiste: ‘Allah, isnat edeceği bir kavmi bulunmayan hiçbir kimseyi peygamber olarak göndermemiştir.” Harikulade hallere sahip olma, en çok kendilerine yaraşan peygamberler için bile bu durum söz konusu olursa, (zafer için) kendilerine harikulade haller verilmeyen kimselerin asabiyet olmadan nasıl galip gelecekleri düşünülmeye değer bir husustur.
(Dinî ihtilaller ve isyanlar:) Tasavvufa dair “Kitabu hal’ı’n-na’leyn” (ve iktibasi’l-envar min mevzii’l-kadameyn, bu eser İbn Arabî tarafından şerh edilmiştir), isimli eserin sahibi olan sûfilerin şeyhi İbn Kasiy (öl. 546/1151) hakkında bu durum vaki olmuştur.
Bu zat Endülüs’te halkı hakka davet için ortaya atılmış (ve mehdîliğini ilan ederek H. 534’te Endülüs’te ayaklanmış) idi. Taraftarlarına ‘Murabıtlar’ adı verilmişti.
Bu hadise (Muvahhidîn Devleti’nin kurucusu Tumart’ın oğlu Muhammed) Mehdî’nin davetinden az önce vukua gelmişti.
İbn Kasiy bu işte kısmen muvaffak olmuştu. Çünkü Lumtûne (kabilesi), Muvahhidlerin hareketinden gelen sıkıntılar ve çıkardıkları karışıklıklarla meşguldü. Onu, bu teşebbüsten vazgeçirebilecek başka asabeler ve kabileler de ortada mevcut değildi. Lakin Muvahhidler Mağrib’i istila ettikleri zaman, derhal onlara teslimiyet gösterme ihtiyacı hissetti, (hakimiyetlerini kabul etme yolundaki) davetlerine dahil olarak, karargah haline getirdiği Erkeçe (Arcıs) kalesinden onlara tabi olmayı benimsedi. Kendisinin bulunduğu cephede ve bölgede hakimiyetlerini yerleştirdi, onlar adına Endülüs’te halkı ilk defa davet eden de o oldu. (Muvahhidlere boyun eğmeden önceki) isyanına, ‘Murabıtların ihtilali’ adı verilmişti.
Halktan ve fakihlerden, münker ve kötü olanı değiştirme işine girişen ihtilalcilerin halleri de bu çeşittendir. Kendine ibadeti şiar edinen ve dinin istediği yollarda yürüyen şahısların birçoğu, zalim ve gaddar ümeraya karşı ayaklanma cihetine gitmişler, Allah’tan sevap umarak marufu emr, münkeri nehy ve tağyir için halkı davet ederek (zulme) başkaldırmışlardır. Bu yüzden kendilerine tabi olanlar artmış, peşlerine takılan kalabalıklar ve insan sürüleri çoğalmıştı. Bunlar, bu uğurda kendilerini tehlikelere atmış, çoğu sevap alarak değil, vebal altına girerek bu yolda mahvolmuşlardır. Çünkü Yüce Allah bu hususu (ihtilal ve isyanı) kendilerine farz kılmamıştır.”
Rüya safsatalarıyla, keramet istismarlarıyla uğraşmak nefislerine daha hoş geldiğinden, İbn Haldun’dan aktardığımız bu bilgileri biliyor olsalar bile bunlara ibret ile itibar etmeyecek olanlar için aslında söylenecek hiçbir şey yoktur.
Zira Müslümanın haşerat tarafından sokulduğu bir delikten bir daha sokulmayacağına dair Peygamber sözünün süreyya yıldızı gibi kayıtlarda parladığını bildikleri halde, her delikten sokulmaya teşne olanları davul zurna ile uyarmak bile kâr etmez.
Ancak yine de FETÖ vakası planında, potansiyel tehlikeleri Müslümanlara hatırlatmak kaçınılmayacak bir görevdir.
N’ola bu görev ifa edilirken, ilgili örnekler de sıcak bir durum olan FETÖ vakasından seçilebilse.
Ama bunun için yazımızın girişinde belirttiğimiz iki husus ile onu açan diğer iki maddenin tüm açık-seçikliğiyle konuşulabilmesi gerekir.
Umuyoruz ki, inşallah zamanla bu işin üstesinden de gelinecektir.