Samimiyetsiz dost, düşmandır

Devletler arasında “mutlak bir barış” söz konusu olamaz. Ki, olabilseydi “antlaşma / muahede / pakt” diye bir müessese olmazdı.

Öte yandan, sözlüklerce, “antlaşma”nın tanımında “düşmana karşı ittifak, dayanışma” terimlerinin öne alınması da, değil mutlak bir barışı sağlamanın, barış kelimesinin bile ne kadar kırılgan olduğunu göstermeye yeterlidir.

Aslında, 1. ve 2. Dünya savaşlarındaki insan kıyımından, hâlâ paylaşımı tamamlanmamış olan Osmanlı mirasının neden olduğu çokuluslu ve derin çekişmelerden, devletlerin Demokrasi deneyiminin artmasından, din ve vicdan özgürlüğünün temel hakların en önemlisi oluşunun anlaşılmasından hareketle, modern insan (bu zamanın insan) açısından, söz konusu antlaşmalarda “barışın öncelikli” olması beklenir ama maalesef, bu noktada gelinen sonuç Hitit Krallığı ile Yeni Mısır Krallığının MÖ 1274 yılından geldikleri sonuçtan hiç de farklı değildir.

Hal böyle olunca, Carl Schmitt’in, insan (topluluk, devlet) ilişkilerini dostluk ve düşmanlık ikilisi üzerine kurması ve bu yaklaşımının dünyadaki silahlanma yarışına bir tür meşruiyet sağlaması da yabana atılabilecek bir husus değildir.

Nitekim 1. Dünya Savaşı’ndaki (zorunlu) müttefikimiz Almanya ile ilişkilerimizin son yıllarda gelip dayandığı yer de burasıdır.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier,  son beyanatında Türklerin işçi olarak Almanya’ya gelişlerini, zaman içinde Türk ekonomisine yaptıkları olumlu katkıları hatırlatarak, bu yolla pekişen Türk-Alman dostluğunun ve AB kazanımlarının kıymetinin bilinmesini gerektiğini belirtmiş.

Steinmeier‘den, Almanya yüzünden imparatorluğumuzu kaybettiğimizi hatırlamasını beklemesek de, kendi davranışlarıyla neden oldukları Türk-Alman ilişkilerindeki güven kaybının neden ve sonuçlarını hatırlamasını beklemek durumundayız.

Çünkü o, zikrettiğimiz açıklamayı yaparken, onun peşinden gelen iki haberin içeriği onu yalancı durumuna düşürüyordu.

Birincisi, Türk siyasilerin anayasa değişikliğiyle ilgili referandum hakkında Almanya’daki Türk vatandaşlarını bilgilendirme talebine karşı şiddetli bir defans oluşturan Almanya, terör örgütü PKK’nın oradaki hayır kampanyasına izin vermekle kalmıyor, gerekli araçlarla birlikte polis koruması sağlıyor. Hamburg, Köln, Essen, Frankfurt, Wuppertal şehirlerinde PKK terör örgütü tarafından yapılan mitinglerde Türkiye’den düşman devlet olarak söz ediliyor, mitinglerdeki pankartlar ve bayraklarla ise bölünme talebine vurgu yapıyordu.

İkincisi, NATO gereklilikleri kapsamında, Türkiye’ye silah vermek zorunda olan Almanya, güya silahların Türkiye tarafından halka karşı kullanılması endişesiyle buna yanaşmıyor, diğer bir söyleyişle antlaşmayı rafa kaldırıyordu.

Öte yandan, Almanya’nın FETÖ elemanlarına, Almanya ekonomisine zarar vereceği gerekçesiyle yatırımları eşkıya yöntemleriyle aksatmak isteyen hainlere kucak açması da sürekli olarak haberlere konu olmayı sürdürüyor.

Durum böyle olunca, Steinmeier’in Türk dostluğundan, AB kazanımlarından bahsetmesi tipik bir şakaya dönüşürken, bunları hatırlatmaktan asıl kastının ise, Türkiye’nin bölünme tuzağına düşmeye itirazına karşı bir itiraz olduğu sabit hale gelirken, Almanya’nın talep ettiği asıl tablo da şu şekilde netleşiyor:

PKK ve FETÖ dahil Türkiye’nin düşmanlarına Almanya kucak açacak; onların Türkiye aleyhindeki faaliyetlerine her türlü siyasi ve lojistik desteği sağlayacak; bölünme dahil Türkiye’ye verebilecekleri zararı pekiştirecek; buna karşılık Türkiye Almanya’nın dostu olarak kalabilmek için bunları sineye çekecek ve AB kazanımlarıyla avunacak.

Sonuç böyle olunca Steinmeier’in sözleri, Carl Schmitt’in dost ve düşman ayrımını teyitle, samimiyetsizliğin göstergesine dönüşürken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın özelde Almanya’nın genelde AB ülkelerinin samimiyetsizliğini ifşa etmesi son derece haklı bir tepki haline geliyor ve yine Erdoğan’ın, “Bu Avrupa ülkelerine ne oluyor? İşinize bakın işinize. Türkiye’deki oylamanın sonucu sizi niye bu kadar ilgilendiriyor? Onlar da Türkiye’deki seçimin sonuçlarının gayet iyi farkındalar.  Ne yaparsanız yapın, topunuz gelin Bu millet size 16 Nisan’da cevabı verecek. Şu 16 Nisan bir bitsin, masaya oturacağız, gereğini yapacağız. Hollanda’da yerlerde sürünen vatandaşlarımızın hesabını soracağız.” şeklindeki politik olmayan ama son derece hasbi olan dili ancak asıl gerçeği yansıtıyor.

Yazımızın başında zikrettiğimiz, devletler arasında mutlak barışın imkansızlığı hususundan tekrar bakacak olursak, Almanya’nın Türkiye ile ilişkilerinde gelip dayandığı bu samimiyetsizlik, Türkiye tarafından kabul edilebilir, taşınabilir olmaktan çıkıyor.

Ancak siyaset müessesesi “bir kader olarak” hükmünü sürdürdüğüne göre, yine de bozulan ilişkilerin tamiri için, Türkiye’nin öncelikle siyaseti gözetmesi gerekiyor.

Bir farkla ki, Almanya’nın, Cumhurbaşkanı Steinmeier’in zikrettiğimiz söz ve tutumlarında da açığa çıktığı şekliyle, düşmanlıkta karar kılmışken, dostluktan dem vurmasının yanlış bir siyaset olduğunun uluslararası kamuoyu nezdinde de belirgin olarak işaretlenmesi ve bundan sonraki ilişkilerinin düşmanlık önceliğine göre yapılandırılması artık zorunluluk arz ediyor.

Çünkü çelişkili beyanlar, davranışlar da bir yana, samimiyetsiz dost düşmandır ve onunla antlaşma yapabilmenin ilk şartı da çok ince bir siyasetin uygulanmasıdır.