Roma neyi temsil eder, Paris nedir?

Geçtiğimiz günlerde İtalya’nın Başbakan Yardımcısı Luigi Di Maio’nun Fransa’da ‘Sarı Yelekliler’ temsilcileri ile buluşmasının üzerine Fransa’nın İtalya’daki büyükelçisini geri çağırdığına tanık olduk. Ülkemizde çok fazla gündem olmayan bu hadisenin oldukça ciddi bir arka planı olduğunu ve bundan sonraki süreçte de başka alanlarda devam edecek bir sorun olduğunu söyleyebiliriz. Fransa’nın büyükelçisini geri çağırma hadisesi bundan evvel İkinci Dünya Savaşı döneminden bu yana ilk defa vuku buluyor. İkinci Dünya Savaşı’na atıfta bulunuyor oluşumuzun elbette anlamlı bir sebebi var. Fransa Dışişleri Bakanlığının büyükelçilerini geri çağırma gerekçesi olarak kullandığı “İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en ağır ithamlara hedef oluyoruz” cümlesinin de altını çizmemiz gerekiyor.
İtalya’nın Fransa’da sarı yeleklilerle görüşmesi ve Fransa’nın Roma büyükelçisini geri çağırması hadiseleri ile birlikte gün yüzüne çıkan gerilimi İkinci Dünya Savaşı öncesindeki faşizm ve sömürgecilik kavramları ile beraber okumak yerinde olacaktır. Her iki ülke tarafından yapılan açıklamalara bakacak olursak, İtalya’nın Fransa’yı sömürgecilik geçmişine atıfla kıyasıya eleştirdiğini, Fransa’nınsa İtalya’yı faşist geçmişine dönüş çabası olarak adlandırdığı hükümet tercihleri ile eleştirdiğini görebiliriz.
Şimdi birkaç başlık halinde bahse konu gerilimi irdelemeye çalışalım;
2008 ekonomik krizi sonrası Avrupa Birliği’nin önerdiği ekonomik tedbirleri uygulamasına rağmen ülke içerisindeki ekonomik sıkıntıları aşamamış ve bu sebeple Avrupa Birliği ile arasına mesafe koyan bir İtalyan politik seyri söz konusudur. Nitekim İtalya’nın mevcut iktidar yapısının çözümlemesinde Avrupa Birliği fikrinden uzaklaşma çabasındaki popülist ve aşırı sağcı bir iktidar biçimine ulaşırız. Hali hazırda İtalya aşırı sağcı Lig Partisi ve popülist Beş Yıldız Hareketi koalisyon tarafından yönetilmektedir.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 26 Mayıs 2019’da yapılacak seçimleri “liberaller ve milliyetçiler arasındaki bir düello” şeklinde tanımlamaktadır. İtalyan iktidarının popülist/milliyetçi ideolojisi ve Macron’un popülist/neoliberal ideolojisi gibi bir kavramsallaştırma üzerinden giderek popülizm ortak paydasında buluşan iki devletten söz edebiliriz.
2011 Mart’ında Fransa’nın BM izni ile Libya’yı bombalamaya başlaması, bu müdahale sonrasında ortaya çıkan iç savaşta Libya lideri Kaddafi’nin öldürülmesi, sonuç olarak Libya’nın siyaseten parçalanması ve gelinen noktada Libya’nın dizaynında Fransa’nın oldukça önemli mesafeler kat etmesi Libya’nın eski sömürgecisi olan ve kendisini Libya kaynaklarını kullanma konusunda öncelikli devlet konumunda gören İtalya’yı rahatsız etmiştir.
Fransa ve İtalya göçmen politikaları dolayısıyla da bir gerilim yaşıyor. Macron 12 Haziran 2018’de Aquarius gemisindeki 630 göçmeni kabul etmeyi reddeden İtalyan hükümetini ‘aşırı pragmatist’ ve ‘sorumsuz’ olarak tanımlayarak kınadı. İtalyan Konseyi Başkan Yardımcısı Luigi di Maio ise 20 Ocak 2019’da Fransa’yı, Afrika kıtasının kaynaklarını yağmalayarak Akdeniz’deki göçmenlerin trajedisinden sorumlu olmakla suçladı.
İtalya’nın Fransa’nın Afrika politikasını da ‘sömürgecilik’ üst başlığı altında yüksek perdeden eleştirmelerine tanık olduk. Hatta İtalya Avrupa Birliğini Fransa’ya yaptırım uygulamaya davet etti. 20 Ocak 2019’da İtalyan Konseyi Başkan Yardımcısı Luigi di Maio Fransa’yı Afrika’nın kalkınmasını önlemekle, Afrika ülkelerini sömürgeleştirmeye devam ederek nüfuslarını yoksullaştırmakla eleştirdi. Afrika kıtasının kaynaklarını yağmalayan Fransa’nın, göçmenlerin Akdeniz’de yaşadığı trajedilerden de sorumlu olduğunu ifade etti. Fransa’ya göre ise İtalya Afrika’daki kendi sömürgeci geçmişini görmek istemiyordu.
İtalya ile Fransa arasında yakın geçmişte yaşanan bu gerilim başlıkları sonrasında İtalya Fransa’da ayaklanan Sarı Yelekliler’e destek mahiyetinde Başbakan Yardımcısı Di Maio’nun ağzından Twitter’da “Değişim rüzgârı Alpleri geçti. Tekrar ediyorum: Değişim rüzgârı Alpleri geçti” açıklamasıyla gerilimi görünür alana taşımış oldu.
İki ülke arasında süren soğuk savaş ticari anlaşmazlıklarda da kendisini göstermektedir. Buna en iyi iki örek Lyon-Torino Hızlı Tren Projesi ve STX Fransız Tersanesi hususunda yaşanan anlaşmazlıklar verilebilir. Fransız hükümetinin gerçekleştirmek istediği, Lyon-Torino arasındaki seyahat süresinin yarı yarıya azaltacak yüksek hızlı tren projesi İtalyan hükümetinin koalisyon ortakları arasındaki anlaşmazlığın da etkisiyle askıda kalmış durumda. STX Fransız Tersanesi’nin çoğunluk hisselerinin İtalyan tersanesi Fincantieri’ye geçmesi ihtimali, Fransa’yı ciddi manada endişelendiren bir husus olarak öne çıkıyor.
Fransa eski Cumhurbaşkanı Mitterrand döneminde (1985’ten itibaren) (Komünizm İçin Silahlı Proleterler (PAC) örgütünün üyeleri de dâhil olmak üzere) eski solcu İtalyan teröristlerin mülteci olarak Fransa’ya kabul edilmesine izin verilmişti. Bu militanların bazıları hâlâ Fransa’da yaşıyor. İtalya ise Fransa’dan teröristlerin İtalya’ya iade edilmesini talep ediyor.
Bütün bu yaşananlar bize Avrupa derininde temel bir krizin varlığına dair ipuçları veriyor. Avrupa Birliği, Fransa ile İtalya arasında gün yüzüne çıkan bu krize ve bundan sonrasında diğer Avrupa Birliği devletlerinin birbirleri ile yaşaması kuvvetle muhtemel krizlere yönelik çözüm üretme hususunda yetersiz kalmaktadır. Bu husus ise en temelde Avrupa Birliği fikrine karşı bir tehdit olarak algılanmaktadır.
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkışını, İtalya’nın Almanya ile birlikteliği, Avrupa genelinde yükselen aşırı sağcılığı, Fransa’nın Avrupa Birliği fikrinin hamisi rolünü üstlenerek korumacı politikalar üretmesini, Avrupa Birliği kapısındaki devletlerin birlik bünyesine taşıyacağı yeni problemleri, yön arayan göçmen politikalarını, ABD’nin eski kıtaya yönelik eleştirilerini, Avrupa devletlerinin Türkiye ile girdikleri anlaşmazlık sürecini, Avrupa devletlerinin Orta Doğu gibi bölgelerde almak istedikleri inisiyatifi topyekûn okumak yerinde olacaktır. Bundan sonraki süreçte Avrupa açısından kuşkusuz ‘Hangi Avrupa’ sorusu önem arz edecektir.
Bütün bunların üstüne bize düşense, ‘Roma’ neyi temsil eder, ‘Paris’ nedir sorularının üzerinde düşünmenin faydalı olacağı kanaatindeyim. Zira Brüksel diye bir yer yoktur Avrupa’da, hiç de olmadı zaten.