Politik alanın kendine has doğası vardır. Dengeler, gözetilmesi gereken hassasiyetler, uzlaşılması gereken hususlar, doğru olduğu bilinse de uzak durulması kaçınılmaz olan davranış biçimleri, anlık düşünüldüğünde yanlış görünen mecburi kararlar, karar vericilerin kadro tercihlerindeki bakış açılarına yön veren saikler bu doğadan bağımsız değildir.
Politik alanın aktörlüğüne soyunanların ihtiyacı olan şey kamuoyu desteğidir. Kendilerini iktidar yapacak yeterlikte bir kamuoyu desteği için vaatler devreye girer. Kamuoyu verdiği oy ile aslında bir şey satın almaktadır. Kamuoyunun oy karşılığında satın aldıkları şey, olayı basit düşündüğümüzde, politik aktörlerin kampanya süreçlerinde açtığı mağazaların raflarında olan şeyden başka bir şey de değildir.
Ak Parti iktidarının 2000’lerin başında raflarına koyduğu ürünlerin satın alınmış olması, yüzeysel olarak baktığımızda 1990’lar boyunca, ama biraz derinden bakacak olursak Cumhuriyet tarihimiz boyunca yaşamış olduğumuz eksikliklerin giderilmesi ve aksaklıkların onarımıyla doğrudan ilişkiliydi. Ekonomi, sağlık, insan hakları, bireylerin elitler tarafından gasp edildiğini düşündüğü sosyal statülerine olan ihtiyacı, toplumun kabuğunu kırma zorunluluğu gibi sosyal gerçekliklerle doğrudan ilintiliydi. Satın alınan şey, iktidarın halka mal olması yani halkın iktidar olmasından başka da bir şey değildi.
Sonuç itibarıyla, ücreti peşin ödenen vaatler karşılığını buldu ve Ak Parti iktidarının ikinci dönemi de başlamış oldu.
Burada görmemiz gereken husus, Ak Parti’nin birinci dönemine onay veren kamuoyunun gerekçelerine ilave olan gerekçelerdir.
Hatırlayacak olursak, parti kapatma davası, e-muhtıra, 367 krizi, Cumhurbaşkanlığı seçim süreci, Cumhuriyet mitingleri organizasyonu gibi hadiselerin başlangıcını oluşturduğu, Gezi kalkışması, 17-25 Aralık darbe girişimi, terörün organizasyonu ve koordinasyonu, dış politikada izolasyon, 15 Temmuz işgal girişimi ile zirveye ulaşan organizasyonlarla toplum nazarında ikincil gibi görünen ama aslında başat bir gerekçe daha üretmiş oldu; duygusal bağlılık yani sadakat.
Bu ikinci dönemin –en azından şimdilik öyle görünüyor- 16 Nisan referandum sonuçlarının evet ile neticelenmesine kadar sürdüğünü söyleyebiliriz.
Aslında bir başka aşamaya geçmeye çalışan halkın iktidarı, geçilmesi halinde bu yeni aşamanın ön açıcı imkânları dolayısıyla engellenmeye çalışıldı. Kanaatimce, bu yeni aşamaya her zamankinden daha çok yaklaşılmıştır artık.
İlk iki safhanın daha ziyade bir taarruzu, bir makûs talihi kırıcı nitelikte olduğunu söyleyebiliriz. Kapısında olduğumuz bu üçüncü aşamanın, Ak Parti’yi var kılan değerlerin kurucu aklını devreye alınması süreci olduğunu düşünüyorum.
Önümüzdeki dönem bu açıdan önemlidir.
İşte bu süreçte, Ak Parti’nin vitrinine, raflarına ne koyacağı kamuoyunun seçme refleksini belirleyecek olan şeydir. Yazının girişinde bahsettiğim politik alanın aktörleri işin burası ile ilgilenecektir kuşkusuz. Bundan şüphemiz yok.
Peki, politik alan dışında kalan, kalmak durumunda kalan, politik alana dâhil edilmeyen, politik alanın dışına itilenlere ne düşüyor sorusu burada önemli bir sorudur. Yeri gelmişken hemen söyleyeyim, bütün bunlar da politik alanın doğasının kaçınılmaz bir gereğidir bana kalırsa.
Duygusal bağlılık yani sadakat süreci ile beraber iyiden iyiye politize olmuş kesimlerin yüzlerini dönmüş oldukları bu politik alan dışında kalan, yani arkalarında bakir olarak terk ettikleri büyük bir boşluk bunmaktadır. Ve ne yazık ki, bu alan, bu terk edilmişlik ve politize olmanın hazzının getirdiği ilgisizlikle başkaları tarafından doldurulmaya ve manipüle edilmeye müsait haldedir.
Vakıfların, derneklerin, sivil toplum kuruluşlarının politik alan dışındaki sahaya dair ilgisizliği diye bir şeyden bahsedebiliriz.
Oysa bu alana dair yapılması gerekenlerin layıkıyla yerine getirilmesi siyasetin doğasının o memnun olunmayan yapısının değişmesine hizmet edecektir.
Unutulmamalıdır ki, bu alan Ak Parti’yi de doğurmuş olan bir yerdir. Bu alanda olması gerekirken, bu alanı terk ederek doğrudan politik aktör olmaya soyunanlar büyük bir ıskalamanın kıyısındadırlar.
Kuşkusuz, politik düzlem dışındaki alanı muarızlara terk etmeleri dolayısıyla eleştirmekte olduğumuz bu çok kritik ve önemli kitle, Ak Parti’nin ilk iki döneminde çok mühim bir rol üstlenmiştir. Ak Parti iktidarının üçüncü evresinde kendilerine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulan bu kitlenin yeni vazife alanının tıpkı Ak Parti iktidarını ürettikleri dönemde rol aldıkları alan olduğunu düşünüyorum.
Bu söylediklerim, bu kitlenin siyaset mekanizmasında yer almaması gerektiği gibi de okunmamalıdır. Bugün siyaset mekanizmasında yer almak farz-ı kifaye ise, politik alan dışında kalarak siyasetin doğasına katkı sunmak hatta değiştirmek için pozisyon almak farz-ı ayındır. Bana kalırsa Ak Parti iktidarına esaslı bir katkı sunulabilecek yer burasıdır.