Pierre van Hooijdonk diye bir futbolcusu vardı Fenerbahçe’nin. Serbest vuruşlardan attığı gollerle bilinirdi. Ayağını raket gibi kullanır topu adrese teslim eder ve skor tabelasına bir hareket getirirdi. Kaleye yakın noktalardan kazanılan serbest vuruşlarda tribünler, televizyon başında karşılaşmayı takip edenler, radyolardan maçı dinleyenler, maçı anlatan spikerler şöyle bir dalgalanır topun başına onun geçmesini beklerlerdi. O topun başına geçtiğinde rakibin ya da kalecilerin yapabilecekleri pek de bir şey olmazdı. Ama olsun, yine bir umut barajlar kurulur, kaleciler barajı titizlikle organize eder, topun baraja takılması için elden gelen her şey yapılırdı. Ve beklenen olurdu çoğunlukla.
Bir tartışma aldı yürüdü o zamanlar futbol otoriteleri arasında. Van Hooijdonk barajdan hiza alıyor diye. Bir iddiaya göre barajdan hiza almıyor olsa, serbest vuruşlardaki gol yüzdesi daha düşük olabilirdi. Uzun uzadıya, ciddi ciddi tartışıldı bu husus. Ve ennihayetinde bir Gençlerbirliği maçında, dakikalar 86’yı gösterdiğinde, Gençlerbirliği Fenerbahçe karşısında deplasmanda 3-1 önde iken bir serbest vuruş kazandı. Tartışmaların etkisinden midir bilinmez, Gençlerbirliği kalecisi baraj kurdurmadı. Kaleyi tam karşıdan gören bir noktadaydı ve topun başına geçen Van Hooijdonk’un kaleyle arasında hiç kimse yoktu. Sadece ceza sahası içerisinde futbolcular pozisyona göre hamle yapmak için küçük hareketler halindelerdi. Hani neredeyse penaltı gibi bir vuruş beklenirken çok ilginç bir şey yaptı Van Hooijdonk; kendi takım arkadaşları Kemal ve Petkov’dan oluşan ikili bir baraj kurdurdu, topun başına öyle geçti. Geri çekildi, topun başına geldi, birkaç seri adım attıktan sonra, kendi kurdurduğu barajın üzerinden topu ağlara gönderdi. Yine yapmıştı yapacağını Van Hooijdonk. Tribünler yine bildiğiniz gibiydi neticede. Skor tabelasında fark artık bire inmişti.
Futbol müsabakaları ile siyaset mekanizmasını kıyaslayacağım belki ama aslında arada olması gereken hakikatli bir farka da değinmeden geçmek istemem. O fark da şudur. Futbol sahasındaki iki takım da kazanmak için çıkar sahaya, maksat rakibin kazanmamasıdır en azından. Ama siyaset sahnesine çıkan iktidar ve muhalefetin böyle bir amaçtan ziyade bir üst amacı olmalıdır. Kimin kazandığı değil, sonuç itibarıyla memleketin kazanmasıdır esas olan. Skor tabelasındaki her gol her iki takımın hanesine birden yazılır.
Ben iktidar karşısında muhalefetin pozisyon alışını, golü engellemek için kurulan barajlara benzetirim. Maksat golü engellemektir. Hiç olmadı rakibi zorlamaktır. Gol kaçınılmazsa bile, nitelik olarak güzel, kaliteli, bir organizasyonun neticesi olarak hazırlanılmış bir gol ortaya çıkar böylece. İktidar tarafıysa, rakibin muhalefet ediş düzeyine ve düzenine göre hazırlığını mümkün olan en iyi biçimde yapar, eldeki verileri, malzemeyi, insan kaynağını, koşulları en iyi biçimde kullanır ve golü öyle hedefler. Serbest vuruştan atılan goller de belki de sırf bu yüzden ekseriyetle güzel olur.
Peki ya iktidarın karşısında anlamlı bir muhalefet yoksa? Muhalefet varsa bile, görevini layıkıyla yapamıyor ya da yapmıyorsa, hadi iyi niyetli olalım, muhalefet kendisinden beklendiği ölçüde vazifesini yerine getiremiyorsa ne olacak peki?
İşte o zaman işler değişecektir kuşkusuz.
Türkiye’de muhalefet etme biçimi ne yazık ki, memleketin yararına hizmet eder mahiyette değildir. Belki de bu yüzden iktidar da vazifesini zaman zaman aksatabilmekte, memleket yararına olmayan muhalefetsizlik hata yapmasına zemin hazırlayabilmektedir. Saha bomboştur, kaleye giden her top gol ile neticelenmektedir. Skor tabelası ha bire değişmekle birlikte atılan gollerin tatmin düzeyi düşük kalmaktadır. Bu da siyaset mekanizmasını bayağılaştırmaktadır.
Zaman zaman kimi muhalefet partilerinin aldıkları inisiyatifler kritik zamanlarda çok iyi işlerin yapılmasına vesile olmaktadır. Bunun son örneğini ise 16 Nisan referandumunda görmüş olduk. Neticede, muhalefetin bir kanadı, memleketin hayrına bir pozisyon alarak, tüm zamanların en güzel gollerinden birine vesile olmuştur. Maç kazanılmış ve ileride daha iyi anlaşılacağı üzere hiç kimse kaybetmemiştir.
Bu durum, bana kalırsa, iktidara ve Türkiye’ye liderlik edenin Van Hooijdonk gibi baraj kurdurmasına benziyor. Evet, bir gol bekleniyordu, ama bu gol gelişigüzel ya da karambolden kazanılan bir golden ziyade güzel bir gol olmalıydı, öyle de oldu sonuçta.
Yeni sistemin, daha tabanda, Türkiye’nin önüne düşmüş lideri ile birlikte organize olabilen yeni muhalif anlayışlara yelken açacağını düşünüyorum. Özellikle, yasama ve yürütmenin daha keskin ayrılmış olmasıyla beraber, politika üretimi anlamında artık daha faydalı bir sürece girdiğimiz kanaatindeyim.
Artık memleket faydasına yeni muhalefet biçimlerini beklemenin hakkımız olduğunu düşünüyorum. Çünkü eğitimden kültüre, farklı nüfus katmanlarından siyaset mekanizmasına, ekonomiden bürokrasiye kadar birçok alanda yapılacak çok iş var. İşte kurulmakta olan yeni sistem bana kalırsa yeni işbirliklerine, daha tabandan başlayarak imkân veriyor. Bundan sonra herkes memleket için en iyisini düşünmeye mecburdur. Eski Türkiye’nin eski muhalefet geleneğini ısrarla sürdürmek isteyenlerin bilmesi gereken en hassas konu budur.
Sonuç olarak memleket kazanmıştır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.