Papa’nın Kenya, Uganda ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne gerçekleştirdiği ziyaret, bu ülkelerin devlet başkanları ve dini temsilcilerince memnunlukla karşılandı. Gezinin en dikkat çekici özelliği ise alınan olağanüstü güvenlik önlemleriydi. Sadece Kenya’da Papa’yı 10 bin polis korudu. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde ise üç senedir Müslümanları koruyamayan, her geçen gün onlarca Müslümanın öldürülmesine seyirci kalan BM gözetimindeki ordunun, Papa’ya herhangi bir zarar gelmesin diye aldığı yoğun tedbirler ilgi çekiciydi.
Papa’nın bu ziyaretinin manidar bir zamana denk geldiğini (veya getirildiğini) söylemeliyim. Paris’teki terör saldırılarının kâbusunu üzerinden atamayan Avrupa liderlerinin terör konusunda çok hassas olduğu bir dönemde gerçekleşti bu ziyaret.
“Bu şartlarda neden Papa Afrika’yı ziyaret ediyor?” sorusu herkesin aklına gelebilir. Cevap aslında oldukça basit; Afrika, Hıristiyanlığın en hızlı yayıldığı ülke. Avrupa’da Katolik mezhebi tacını başka Hıristiyan mezheplere kaptırırken, Afrika’da Katoliklik bir cazibe merkezi olarak gösteriliyor. Nüfusun yüzde 20’sini Afrikalı Katolikler oluşturuyor. 2050’de bu rakamın yüzde 45’lere ulaşabileceği düşünülüyor. Nijerya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Etiyopya, Burkina Faso, Kenya, Fildişi Sahilleri ve Gana, Katolikliğin en fazla yayıldığı Afrika ülkeleri. Bu ülkelerde Papa’nın misyon şefleri, BM’nin, Fransa’nın hatta bazı ülkelerde ABD’nin desteğini alarak görev yapıyor. Örneğin Sudan’ın Darfur bölgesinde yoğun bir misyonerlik faaliyeti yürütülüyor ve misyon şefleri bu faaliyetlerde özellikle Müslüman ailelerin yetim çocuklarını hedef alıyor.
Afrika’da kolonyalizmin en etkin araçlarından biri Hıristiyanlaştırma faktörüdür. Kenya, Uganda ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde özellikle Katolikliğin gönüllü veya görevlendirilmiş din adamları iki yüz yıl boyunca kolonyalizmin din boyutunu oluşturdular. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde 1990’lı yılların başlarında nüfusun yüzde 15’i Hıristiyan, yüzde 50’si Müslümanken; şimdilerde nüfusun yüzde 80’i Hıristiyan, yüzde 15’i Müslüman, yüzde 5’i de yerel dinlerden oluşuyor.
Papa Francis’in Afrika ziyaretine sosyal, siyasi ve dini mesajların damga vurduğunu söyleyebiliriz. Kenya’da yaklaşık 100 bin kişinin yaşadığı Kagemi Bölgesi, ziyaret açısından öylesine seçilmiş bir yer değildi. Nairobi’nin en fakir semtlerinden biri olan Kagemi, suç oranının en yüksek olduğu bölge. Tecavüz, uyuşturucu, hırsızlık, gasp ve işsizliğin en yüksek düzeyde, okuryazarlığın ise düşük olduğu Kagemi’de, Katoliklik bu sorunların aşılmasına dönük bir çözüm olarak gösterildi. Oysa Kenya’nın yakın tarihine baktığımızda Hıristiyanlığın bu halka hiçbir zaman barış ve huzur getirmediğini görüyoruz. Eski bir Kenyalı siyasetçinin söylediği gibi: Katolik papazlar İncil karşılığında Kenyalıların topraklarını ve benliklerini çaldılar. İncil onlara, bu travma karşısında teskin edici bir kitap olarak dikte edildi.
Uganda gezisinde ise Papa, Batılılar açısından ülkenin en büyük sorunu olarak görülen homoseksüellik üzerinden bir mesaj verdi. Uganda Devlet Başkanı Yoweri Museveni ile Batılı liderleri karşı karşıya getiren anti-homoseksüellik yasalarının çıkarılmasına karşın, Papa aracılığı ile Afrika’nın gelecekte en önemli sorunu olacak bu problem üzerinde duruldu. Uganda’da yolsuzluk, kötü yönetim, insan hak ve özgürlükleri, terörle mücadele gibi birçok temel sorun varken, Batılıların Afrika kimliğinin içini boşaltacak bu meseleye yönelmeleri şaşırtıcı değil.
Papa’nın Afrika gezisinde öne çıkan belki de en masum konu, iklim değişikliği üzerine söylemiş olduğu sözlerdi. İklim değişikliği en fazla Afrika ülkelerini etkiliyor. Birçok Afrika ülkesi kuraklık ve sel gibi felaketlerle boğuşuyor. Fakat burada Papa’nın iklim değişikliğinin mağdurlarını teselli etmek yerine, bu soruna neden olanlara birkaç şey söylemesi gerekmiyor muydu?
Papa Francis’in 26 saat geçirdiği Orta Afrika Cumhuriyeti’nde ise siyasi yönü ağır basan bir ziyaret gerçekleşti. Bu ziyaret esnasında geçici devlet başkanı Catherine Samba-Panza’nın söyledikleri bir itiraftan başka şey değildi. Samba-Panza, üç yıldır binlerce Müslümanın ölümünden kendisini de sorumlu tutuyor; işlediği bu günahları çıkarmak istiyordu. Papa bu isteği geri çevirmemiş olacak ki Samba-Panza ile Müslümanların katledildiği mahalleye gitti ve Müslümanların şehirde kalmış tek camisini ziyaret ederek, babaları ve anneleri daha birkaç ay önce öldürülmüş çocuklardan gülümseyerek çiçek aldı. Bu çocuklar, yaşadıkları felaket karşısında bile kalplerinin ne kadar geniş olduğunu, ne kadar affedici olduklarını gösteriyor gibiydi.
PK5 mahallesi olarak bilinen bu bölgede 3 yıl önce 100 bin kişi yaşıyordu. Şimdilerde ise Müslüman olduğunu gizleyerek yaşamaya çalışan sadece 1500 kişi var. Anti-Balaka militanlarının saldırıları sonucunda bu mahallenin sakinleri olan Müslümanlar, komşu ülkelere kaçmak zorunda kaldılar. 2000’den fazla Müslüman yine bu mahallede katledildi. 100’den fazla Müslüman öğle namazı için camide bulunurken Anti-Balaka teröristleri tarafından hunharca öldürüldü. Cami içinden iki kişi meydana çıkarılarak önce elleri ve kolları kesildi, sonra da bedenleri yakıldı. Bangui’nin en güzel camisi birkaç kez yakılmaya, kundaklanmaya çalışılsa da Müslümanlar için daima bir sığınak oldu. Bu olayların büyük bir bölümü Samba-Panza geçici başkan olarak görevi aldığında yaşandı. Şimdi ise bu işledikleri günahlardan kurtulmak için günah çıkarmak istiyorlar.
Biz, Papa’nın cami ziyaretini ölen Müslümanların anısına yapılmış bir ziyaret sanıyorduk, böyle olmadığını geç fark ettik. Meğer Papa, 1886’da yerliler tarafından bu bölgede öldürülen 22 yerli misyoneri anmak için bu mahalleye gelmiş!
Papa’nın Afrika gezisi, yıllarca Batılı efendilerin yerli halka yaptığı katliamlar karşısında bir günah çıkarma seremonisi gibiydi. Bu katliamların failleri adına ve kendi yaptıkları için günah çıkarabildi mi bilmiyoruz. Fakat şunu biliyoruz ki sömürgecilik hız kaybetmeden Hristiyanlık eliyle sürüyor ve Müslümanlara yönelik katliamlar başta Orta Afrika Cumhuriyeti olmak üzere birçok Afrika ülkesinde hâlâ devam ediyor