25Mayıs Afrika’da ve dünyada Afrikalılar tarafından “Afrika Günü” olarak kutlanıyor. Bu tarihin anlamı Afrikalılar için farklı olsa ve değişik şekillerde kutlansa da ortak tema tüm Afrikalılar tarafından bugünün benimsenmiş olması.
Artık bu günü sadece siyah veya koyu renkli insanlar değil kendini bu kıtaya aitmiş gibi gören herkes kutluyor.
Cape Town’da yaşayan beyaz Afrikalıların bu günü kutlamasına oldukça şaşırdım. Daha çok dini motiflerle bir kutlama geleneğine sahip Afrikaner denilen bu beyazların kutlama dili de Afrikaans’tı. Şehrin banliyölerinde yaşayan siyahlar ise daha çok bir eğlence metaforu içinde kutluyor, melezler ise akademik seremonilerle bu günü geçirmeye gayret ediyorlardı.
Oysaki Afrika günü kavramının kökeninde beyaz sömürgeciliğe karşı Afrika haklarının bağımsızlığını korumak, tüm Afrikalıları özgürlüklerine kavuşturmak, ekonomik ve kültürel bağımsızlığı gerçekleştirmek vardı. Bu gayelerle 25 Mayıs 1963’de Afrika Birliği Organizasyonu, hiç sömürüye uğramamış Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da 30 Afrikalı liderin ortak girişimi ile kurulmuştu.
Afrika Birliği’nin kuruluşundan bu yana 53 yıl geçti. Şu anda kıtada 54 bağımsız ülke bulunmakta. Batı Sahra, Fas dışında diğer Afrikalı devletler tarafından hala sömürge altında bir toprak parçası kabul ediliyor.
Afrika Birliği Organizasyonunun fikir babası Gana’nın kurucusu ve ilk başkanı Kwame Nkrumah, 25 Mayıs 1963’de “Birlik olmak zorundayız. Yoksa yok olup gideceğiz. Başarıya ulaşmak için tüm Afrikalılar bir bütün olmak zorunda. Eğer diğer Afrika halklarının da özgürlüğünü, tüm Afrika’nın bağımsızlığını istiyorsak birlikte başarmak zorundayız” demişti. Fakat Afrikalılar ne bu tarihten önce ne bu tarihten sonra birlik içinde olmayı başaramadılar. Bu başarısızlığın en büyük sebebi yalnız kendi liderlerinin yönetim yetersizlikleri değil elbet. Küresel aktörlerin hiçbir zaman Afrika haklarının bağımsızlığına gönüllü olmayışları en büyük neden.
Afrika haritasına şöyle bir baktığımızda küresel güçlerin neden bu özgürlük ve bağımsızlık ütopyasına karşı çıktıkları belirgin bir şekilde gözükmektedir. Afrika kıtası tabii kaynaklar bakımından dünyanın en zengin kıtası. Hemen hemen tüm Afrika ülkesinin kendisine yetecek hatta gayri milli hasılasını çok yüksek oranlara çıkarabilecek ürünlere sahip. Fakat bu zenginlikler bu ülkelerin topraklarında çıksa yetişse de bundan kazançlı çıkan küresel aktörlerden başkası değil.
Zambiya Afrika’nın ve dünyanın en büyük bakır üreticilerinden biri. Bakırdan elde ettiği gelirin ancak yüzde 20’sini kendi ülkesi için harcayabiliyor. Kahve, Etiyopya, Madagaskar gibi ülkelerin en önemli ürünü olmasına rağmen kahve piyasası bile Avrupalı ve Brezilyalı zenginlerin elinde. Etiyopya’da örneğin geleneksel kahve dükkanları yerine modern kapitalizmin ürünü kahve kartelleri kuruluyor. Etiyopya’nın seçkin zümresi dünyanın en lezzetli kahvesini içmek yerine batı ülkelerinde imal edilen Americano gibi kahveleri tüketmeye çalışıyorlar.
Mali’de altın rezervleri bulunuyor. Bu altın rezervlerinden elde edilen gelirler ya Fransa’ya sömürge vergisi olarak veriliyor ya da iç savaşta kullanılmak üzere silah alınıyor.
Güney Afrika, Zimbabwe, Botswan, Namibya hattı elmas, platin bakımından dünyanın en zengin bölgesi. Bu maden kaynakları Hollandalılar, İngilizler ve İsrailliler tarafından işletiliyor.
Güney Afrika’da röportaj yaptığım ülkenin en önemli elmas işletmecisi iş adamlarından biri, ailesinin 100 yıldır elmas işi ile uğraştığını yatırımlarını Avrupa ülkelerine yaptığını, çünkü Afrika’da istikrarın olmadığını söylemişti.
Tanzanya’nın kurucusu ve ilk devlet başkanı Julius Nyerere de bağımsızlığın başlangıç olduğunu düşünüyor “Eğer bağımsız devletleri kurabilir, kendi kendimizi yönetebilirsek adaletsizliğe, hukuksuzluğa, tiranlığa son verebilir, kendi ütopyamızı gerçekleştirebiliriz” diyordu. Bugün sözde Afrika’da bağımsız devletler kuruldu, fakat ne hukuksuzluk ne adaletsizlik ne de tiranlık sona erdi.
Johanesburg’da Afrika günü etkinliklerinde dans edilip “Mandela” şarkısı söylenirken aynı saatlerde Burundi’de yönetime karşı bir muhalif, evinin önünde arabasından indiği sırada başına kurşun sıkılarak öldürüldü. Son bir yılda Burundi’de siyasi cinayetlerden 500’e yakın kişi hayatını kaybetti. Burundi’de gerek yönetim gerek muhalefet Foucoult’nun işaret ettiği “iktidar” için birbirini öldürmeye devam etti.
Uganda, Zambiya, Zimbabwe artık Londra’dan yönetilmeseler de, küresel güçlerin hegemonic istilaları nedeniyle kendi vatandaşlarını en tehlikeli düşman olarak görmeye devam ediyor. Her üç ülkede de son bir hafta içinde muhalefet liderleri tutuklanarak gözetim altına alındı. Zimbabwe’de bu yazının yazıldığı şu anda Harare sokaklarında hükümet ile göstericiler arasında çatışmalar devam ediyor. Göstericiler 1980’den beri ülkeyi yöneten ve Pan-Afrikanizmin son temsilcisi sayılan 92 yaşındaki Robert Mugabe’nin iktidardan çekilmesini istiyor.
Güney Afrika’nın efsanevi lideri Nelson Mandela’dan sonraki devlet başkanı Thabo Mbeki 1996’da yaptığı “I am an African” adlı konuşmasında kıta genelindeki iç çatışmalara, yeni sömürgecilik politikalarına karşı “Afrikalılarda değişim başlamıştır. Afrika değişiyor, Afrika insanı özgürlüğün ve bağımsızlığın ne anlama geldiğini biliyor. Tüm zorluklara, setlere rağmen Afrika uyanışını kimse önleyemeyecek. Barış Afrika’da gerçekleşecek” diyordu.
Afrika’da halihazırda olan iç savaşlar, terör, etnik ve dinsel çatışmalara, kötü yönetimlere, haksız ve adaletsiz uygulamalara rağmen ben de Mbeki’nin duygularını paylaşıyorum. Artık şişeden cin çıkmıştır. Afrika uyanışı başlamış, bir kıvılcımdan bir ateşe, bir su birikintisinden sele dönüşmüştür. Bu suyun arkasında yeni işgallere, empoze edilen teröre rağmen kimse duramayacak, Afrika insanının kendi ütopyasını gerçekleştirmesinin önü alınamayacaktır.
Aslında Afrika danslarında bu direnişin bu mücadelenin esintilerini görmek mümkündür. Afrika dansları kendi dışındaki anlamsızlığı önemsemeyen figürler barındırır. Her dans her şeye rağmen ümitvar olma ile başlar ve aşkın bir şekilde kendi ruhunun özgürlüğüne ulaşır.
Batı sömürgeciliğinin tek tüketemediği soysuzlaştıramadığı da bu danslardır. Bu danslar Afrika kimliğinin en önemli inşa sürecidir. Özgürlük de bağımsızlık da bu dansların reel hayata uyum sağlaması ile gerçekleşebilir. Bu yüzden Kwame Nkrumah 53 yıl önce yaptığı Afrika gününü işaret eden konuşmasında “Bizim özgürlüğümüz bizim şarkılarımızda danslarımızda saklıdır” diyordu. Özgürlüğünüz, gününüz kutlu olsun…