Günlerdir meydanları gösteren bazı videoları birlikte izliyoruz. Gencecik bir fidanın bir tankı durdurmaya karar verdiği anı, bir teyzenin meydanlara kamyonla insan taşıdığı kareyi, seksenlik bir dedenin akıldışı dinçliğini. Bu görüntüler görünen o ki eli kalem tutanları, mürekkep yalamışları, aydın tesmiye edilenleri, okullarda tesviye edilenleri çokça şaşırtıyor, yadırgatıyor.
Okuyup yazanlar, kitapseverler, film seyreden ve ironiden anlayan, popüler kültürü izleyen ve sevdiği yazarlar listesi olanlar, niye söylemeyelim, biraz kitapların dünyasında yaşarlar. Hayati bir karar alırken harekete geçirecek olan biraz da, bu kitaplarla oluşmuş dünyanın içinde tutunabilecek, orada iz bırakabilecek bir bağlamdır. Okudukları romanlarla çakışabilen, doktrinel bir örtüşmeyi gerçekleştiren, hafızalarındaki film karelerini çağırabilen bir bağlam. Onları itiraz etmeye, atılmaya, kapışmaya ikna eden fikirleri vardır. Doktrin, ideoloji, bir yazarın külliyatı, bir fikir akımı, böyle sanatlı, böyle yapıntı bir şey. Peki bu milleti, bu ümmi yığınları sokaklara serpiveren hangi fikirlerdir acaba?
Aslında millet, kendisinin meydanlara çıkışındaki romantizmi kaçırıyor diyebiliriz. Çünkü o romantizmi yerinde tespit edebilecek bir zihni terbiyeyi, romanlar okuyarak, filmler izleyerek kazanmamıştır. Çoğu görüntüde söylendiği gibi, “İnkılap varmış, hükümeti koruyalım” diyerek, “Vatan, millet için” diyerek, “Menderes gibi olmasın” diyerek kapıdan çıkmıştır. Onun gerekçesi karmaşık değil, basittir ve çoğunlukla kısa bir cümlede özetlenebilir cinstendir. Bu düşünceye nasıl ulaştığı apayrı bir yazının konusudur ama şu kadarını söyleyelim, bu düşünce, duyguyla iç içe girmiş, hatta duyguya dönüşmüş bir düşüncedir.
Harekete geçmeyi düşünsel bir sürecin son evresi olarak kodlayan okur yazarların yerine millet, düşüncesini duyguya çevirmenin avantajıyla, hareketle düşünmeyi birbirinden ayırmadan ele alır.
Bütün mürekkep yalamışlar şaşırdı. Milletin yanında saf tutanlar da, karşısında yer alanlar da. Yanında yer alanlardan bazılarının sevinçleri, millet övgüsü yaparken kendilerini ele verecek bir oryantalizme savrulmalarına yol açtı. Yani aramızda, millete olan yabancılığını, onu överek ele verenlerimiz oldu. Milletin yanında yer alanlar için bu süreç, bu tecrübe çok eğitici olmuştur. Bunun olumlu sonuçlarını çok geçmeden göreceğimizi düşünüyorum.
Karşısında yer alanların hali ise pek içler acısı. Bu muhalefetlerini besleyen sınıfsal reflekslerini gizleme gereği duymayanlar çoğunluktaydı. Meydandaki kalabalıkların varoşluğu, vandallığı, göbeği, sakalı, sarığı, kara çarşafı ile ilgili tepkiler, şeriat darbesinin olduğunu ilan edenler, topumuzu Batı’ya cümle gavur dillerinde şikayet edenler bunlardı. Aslında bu tepkinin altında, “meydan” gibi modern şehir ve siyaset düzeninin icat ettiği bir şeyin, böyle çulsuzlarca içerilmesinin, fethedilmesinin, bütün ambiyansının soğurulmasının travması vardı. Yıllar yılı belleklerinde biriken meydan romantizminin resimleri poturlu, sakallı, kara kaşlı bir amcanın dolaysız dalışıyla, irrasyonel saf tutuşuyla berhava oluyor; elinde Yasin cüzüyle orada sabahlayan bir teyzenin evi dışındaki bu acemi yer tutuşu, meydan imgesini zihinlerinde tatsızlaştırıyordu.
Siyasal anlamda doktrinel tutarlılık peşinde olmak iyidir, kişiye bir dürüstlük, iç bütünlük sağlar, adalet arayışında ona bir mikyas temin eder ama bu doktrin, kişinin duygusal ve varoluşsal derinliklerine demir atmamışsa, o harekete geçmek için beklerken, bir anda doktrinin güvenilmezliği hattına ulaşabilir. Ya da doktrinin savunulması kastı onu tarihin dışına atabilir. Siz yıllarca millet, özgürlük, demokrasi, anti-militarizm vs demişken bir de bakmışsınız, karşı hatta bir mevzi kazmaya başlamışsınızdır.
Milletin doktrini değil, akaidi olur, amentüsü olur, duygusu olur, türküsü olur. O yüzden de tepkisi sezgisine merbuttur. Tehlikeyi sezer ve tepkisini verir. Bu tepkiyi ölümüne vermesindeki akıldışılık, sezgisinin derinlerdeki bir ilkeden, mesela vatansız kalma endişesinden, mesela evlatlarını yitirme kaygısından, mesela dininin çiğnenmesi korkusundan kaynaklanmasından olabilir. Daha “salt zihinsel” diyebileceğimiz ve dolayısıyla daha az hayati olan bir katmandan beslenen bir tepki cılız olacaktır.
Milletin tepki dilinin vokabüleri asker, Mehmetçik, vatan, millet, din, reis, can, kan gibi, dolayımsız, tarihsel kökleri olan, duygudaşlık üreten kelimelerle dolu. Bu kelimelerden herhangi bir tanesi diğerine derhal bir ilmek atıyor ve millete harekete geçmeyi ilham ediyor. Meydanlardaki ambiyansı yeterince cool, havalı, modern, kentli ve rafine bulmayan aydınların ve sözüm ona sanatçıların dillerine bakın. Ya bir takım Batılı doktrinel terimleri ve onların Türkçe karşılıklarını ya da Batılı birey idealini yani konforu, gustoyu, zevkü safayı, dünyevi menfaatleri telmih eden kelimeleri göreceksiniz.
Şöyle de diyebiliriz: Ey müstemleke aydını! Yine yanlış cevap, otur, sıfır.
Pardon, zaten oturuyordun sen, değil mi?