Orta Afrika ülkelerinin en büyük sorunu geçen yüzyılda etnisite iken, şimdilerde din sorun haline gelmeye başladı. Özellikle Müslümanlara karşı uygulanan baskı ve şiddet din değiştirmeleri de beraberinde getirdi. Şimdilik sınırlı gibi gözükse de ileriki dönemlerde Müslümanların diğer dinlere geçişi daha hızlı olacak gibi görünüyor.
19. yüzyılda Orta Afrika ülkelerinde Müslümanların sayısı Hıristiyanlarınkinden çok fazlaydı. Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Uganda, Burundi, Güney Sudan ve Tanzanya’ya Hıristiyanlardan önce Müslümanlar gelmiş, buradaki kabileler İslam dinini tercih etmişlerdi. İslam dininin yerliler tarafından tercih edilmesi onlara ev inşasından, dokuma elbise giymelerine, yeni bir dil olarak Svahiliceyi kullanmalarından yeni sebze ve meyve ekimine kadar birçok yenilikle tanışma imkânı bulmuşlardı.
İslam Afrika’ya, tüccarlar yoluyla yayıldığı için Afrikalılar daha esnek bir din anlayışını benimsemişlerdi. Yerel kültürleri ile İslam arasında bir sentezlemeye giderek, kimliklerini Müslüman olarak yaşatmaya çalışmışlardı.
Avrupa ise 19. yüzyılda ancak Orta Afrika ülkelerine yayılma imkânı bulmuştu. Özellikle yeni Müslüman olmuş kabilelerin Hıristiyanlaşması için misyonerler yoğun bir gayret gösteriyordu. 19 ve 20. yüzyıllarda Orta Afrika ülkelerinde birçok kabilenin İslam’dan Hristiyanlığa yönelmesinde artış oldu ve birçok Müslüman topluluk Hıristiyanlığa geçti.
Şimdi benzer bir uygulamayı tekrar görmekteyiz. Yalnız şimdiki din değiştirmeler bazı ülkelerde açıktan şiddet uygulayarak gerçekleşirken bazı ülkelerde gizli bir baskıyla Müslümanların din değiştirmeleri hedeflenmekte. Örneğin 5 yıldır iç savaş yaşayan Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Müslümanlar şiddet kullanılarak din değiştirmeye zorlanmakta. Neredeyse 10 yıl önceye kadar sayıları başkent Bangui’de 800 bine yaklaşan Müslümanların sayısı bugün neredeyse binin altında. Müslümanların bir bölümü katledilirken bir bölümü Sudan ve Çad’a sığınmış, büyük bir bölümü de din değiştirerek hayatta kalmaya çalışmaktalar.
1994’de Ruanda soykırımında Hutu milisleri Tutsileri katlederken, bugün katliama uğrayanlar etnik topluluk ayırt etmeksizin Müslümanlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu katliama, vahşete dünyadan herhangi bir ses de yok. Güney Sudan’da birçok Müslüman köyü Nuer gibi kabilelerin saldırılarına uğrayarak anne babalar öldürülüp çocuklar kaçırılıyor. Dünya medyası hala bu olayları etnik bir iç çatışma gibi göstererek Müslüman katliamını gizlemeye çalışıyor. Bu katliama yalnız batılı ve İslam ülkeleri seyirci kalmıyor, Angola gibi ülkeler de finansal destek sağlıyor.
Angola’da İslam hala resmi olarak yasak. İslam bir kültürel unsur olarak kabul edilmekte ve Müslümanlar ibadetlerini bir kültürel etkinlik olarak yapmaya çalışıyorlar. Oysaki İslam’a cephe alan hükümet diğer dinlere karşı aynı yaklaşımı sergilemiyor. Örneğin Angola’da Çin dinlerinin yayılması bütün hızıyla sürüyor ve yeni kiliseler inşa ediliyor. Ülkede sayıları 30’u bulmayan camiler ise harap halde ve yeniden inşasına izin verilmiyor.
19. yüzyılda bütün topraklarına İslam’ın yayıldığı Uganda da benzer bir İslamsızlaştırma politikası yürütülmekte. Yüz yıl önce neredeyse nüfusun yarıdan fazlasını Müslümanların teşkil ettiği ülkede bugün oran yüzde 30’ların altında.
Uganda’ya İslam hem Sudan hem de Tanzanya kanalıyla geldi. 1870’lerde Yoa kabilesinin tamamı Müslümanlığı kabul ederek, Orta Afrika’da İslam medeniyeti kurdular. Ramazan orucu, Namaz, Hac gibi farizaları bizzat yerine getirmişlerdi. Uganda Kralı Benali bizzat Arapçayı öğrenerek Kuran-ı Kerim’in Buganda diline tercüme edilmesini teşvik etmişti. Aslında Buganda’ya İslam 1825 yılında geldiğine dair ve Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın cami yapımı için para gönderdiğine dair bilgiler de vardır. Cami yapılmış mı bilmiyoruz ama o dönemde Buganda bölgesinde İslam’dan esinlenen bir edebiyatın da geliştiğini görmekteyiz.
Buganda Kralı Mutesa resmi olarak tarihte ilk defa helal et uygulamasını başlatan liderdir. Müslüman toplulukların “besmele” ile kesilmiş et yemelerini zorunlu tutmuş, kasapların Müslüman olduklarına dair belge getirmeleri zorunlu hale gelmişti.
Uganda ve Buganda’da da artık Müslümanların siyasi etkileri fazla yok. Özellikle İngiliz sömürge döneminde Müslümanların varlıkları tamamen silinmiştir. İdi Amin döneminde tekrar bir İslamlaşma dönemi yaşansa da iktidardan düşürülünce Müslümanlar etkilerini kaybetmeye başlamışlardır.
Uganda’da Müslümanların din değiştirmesine yönelik iki faaliyet göze çarpmaktadır. İlki özellikle kırsal kesimlerde etkili olan Tanrının Kurtuluş Ordusu adı altındaki Hıristiyan radikal örgütün Müslümanları öldürmesidir. Birçok Müslüman ya din değiştirmiş ya da yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kalmıştır.
Uganda’nın eğitim ve bürokrasisinde Müslümanların varlığı sınırlıdır. Eğitim yoluyla Müslüman çocuklara yönelik bir Hıristiyanlaştırma politikası yürütülmektedir. Müslümanlar çocuklarını modern eğitim veren okullara gönderemedikleri için devlet bürokrasisinde yer edinememekteler.
Benzer bir durum Malavi’de de var. Geçen asra kadar nüfusun yarıdan fazlası Müslüman olan Malavi’de önemli bir azalma olmuştur. Son yıllara kadar Müslümanlar siyaset ve bürokraside kısıtlamalar nedeniyle temsil edilemiyorlardı. Bu nedenle de köken olarak Müslüman olan ülke zamanla Hıristiyanlaşıyor ve sayı olarak azalıyordu.
Tanzanya’nın başkentinin Darusselam’dan Dodoma’ya alınmasının nedenlerinden biri de Müslümanların bu sahil şehrinde sayıca çok olmalarıdır. Fakat Dodoma Müslümanların azınlıkta olduğu bir şehir olup neredeyse İslam medeniyetinin göstergelerini taşımaktan yoksundur.
Orta Afrika ülkelerinde İslam sürekli geriliyor. Tabi ki bunun en önemli nedeni sömürge dönemi siyasi anlayışın devam etmesi ve siyasilerin etnik çatışmayı dini çatışmalara kaydırmak istemesi. Bizim sorumluluğumuz ise, İslam’ın Orta Afrika’da yok edilmesine seyirci kalmamak için daha fazla orada bulunmak; eğer orda değilsek, orası artık bir İslam coğrafyası olmayacaktır.