Hiç tanımadığım bir çocuk öldü bugün. Nasıl bir şeydi bilmiyorum. Saçları ne renkti mesela. Gözlerini, kirpiklerini, boyunu, posunu hiç görmedim. Dokunmadım hiç ellerine. Konuşmuş da değilim kendisiyle. Ne yer, nelerden hoşlanır, neleri merak eder, hayalleri nasıldır, inanın hiçbir fikrim yok. Hakkında bildiğim tek şeyi, o öldüğünde öğrendim ben; dokuz yaşındaymış. Öldü dediler, her şey bir anda anlamsızlaştı ve öylece durdum ve her şey dursun istedim.
Hayat çok tuhaf, yaşamak dediğin ölmenin, ölecek olmanın bir diğer adı sanki. Çok değil, şunun şurasında üç aylık bir dostluğumuz var babasıyla. “Abi” dedim, “İbrahim abi…” Baktım çokça metanet ve yağdırılmış sabır vardı sesinde. Bir kez daha durdum. O konuştu; “Yapacak bir şey yok Yusuf Bey, ölmek için geldik dünyaya, işte böyle bir yer dünya” dedi. Ne söylediğimden haberim yok, hatırladığım tek şey sesimin titrediği. Yaşamı da ölmeyi de yaratan O. O’ndan geldik ve dönüşümüz O’nadır, şüphesiz.
İbrahim abiyi tanıdığımda nisan ayının başıydı. Şöyle bir işimiz var, şu, şu, şu şekilde işler yapmayı düşünüyoruz, sizden işin şurasında olmanızı istiyoruz demiştik. O gün bugün, büyük bir özveriyle çalıştık karşılıklı. Bazen doluya koyduk almadı, boşa koyduk dolmadı. Kimi zaman gece yarılarında yazıştık. An geldi, saatler süren telefon konuşmalarında, karşılaştığımız sorunları çözmeye çalıştık. Hararetli ve süresi belli bir iş ilişkisi vardı aramızda. Bizim acelemiz vardı İbrahim abinin sabrı. Bizim için zaman daralıyordu İbrahim abi bizi teselli edendi. Biz “yetişmeyecek mi yoksa” derken o “yetişir Allah dilerse” diyen oldu. Meğer İbrahim abiye bütün bunları öğreten varmış da haberimiz yokmuş bizim. O en büyük öğreticinin öğrencisi olamamışız meğer. “Herkesin bir imtihanı var” deyişinin derin bir anlamı varmış da biz anlayamamışız.
Öyle ya, her şey bir imtihan değil mi? Vermesi de imtihan, verdiklerini alması da… Bollaştırması da imtihan, darlaştırması da hep bir imtihan… Verdikleriyle kurduğumuz ilişki de bir imtihan, arzu ettiğimiz halde vermediklerine yönelik geliştirdiğimiz ilişki biçimi de. Bunları bilmeyenimiz yok ama bilmezmişçesine dalıp gidişimizi, hengâmeler arasında boğulmalarımızı, yuvarlanıp gidişlerimizi bir türlü izah edemiyoruz, ne kendimize, ne aklımıza, ne kalbimize.
Biliyoruz, O, ‘ol’ der ve olur. Ol deyince olduran O iken, O’nu hiç ama hiç hesaba katmaksızın, yığınla ‘olsun’ isteyen de biziz, olmasını istediklerimiz olmayınca hüzünlenen, hırslanan, kızan, öfkelenen de…
Yine yorucu bir günün ardından gecenin bir yarısına kadar çalışmışım, gecenin bir yarısı çalışmalarım neticesinde oluşan taleplerimizi iletmişim İbrahim abiye, gecenin bir yarısı olmasına rağmen yazdıklarımı okuduğunu görmüşüm, sabahı etmişim, sabah yeniden bir takım şeyler istemişim, üzerine tam İbrahim abiyi arayacakken, bir arkadaş aramış, “İbrahim abinin dokuz yaşındaki oğlu vefat etti abi” demiş ve ben öylece kalakalmışım, durmuşum, her şey dursun istemişim. Hani her şeyin acelesi vardı, hani yetişmeliydi hepsi, hani olmazsa olmazlarımız vardı, hani mutlaka olmalıydı bazı şeyler, çok hızlı olmalıydı hani her şey? Ama o an, dursun istedim her şey.
Tam da o esnada, çalışma masamdan kafamı kaldırınca, “ufukta yeşille mavinin aşkı var”dı. Karşımdaki yeşil tepelerin muhteşem gökyüzüyle oluşturduğu o derin ufuk çöküverdi birden. Renkler soldu, gök yere indi, ufuk kayboldu. Bir başıma kalakaldım öylece. Ölmek diye bir şey vardı değil mi? Vardı sahi, evet vardı.
Ölüm böyle bir şey işte. Çarpıyor adamı. Neden mezarlıklarımız kadim şehirlerimizin göbeğinde, mahallelerimizin yanı başındadır, anlıyorsun. Neden taziye diye bir şey olduğunu anlıyorsun. Neden cenaze vesilesi ile toplanır insanlar, anlıyorsun. Cami avlularına girer girmez evvela musalla taşlarıyla karşılanıyor oluşunun sebebini anlıyorsun. Ecdadın mezarları, mezar taşlarıyla ya da servi ağaçlarıyla ısrarla göstermeye dair çabasını anlıyorsun.
Adını hala bilmediğim bir çocuk öldü bugün. Dokuz yaşındaydı. Kendisinden habersiz birine bir şeyler söyleyerek çekti gitti bu dünyadan.
Canı rahmet istedi Allah’ım, sen o çocuğa rahmet eyle, en başta anneciğine ve babacığına sonra bütün yakınlarına sabırlar ihsan et. Amin.