Ne Esetçi, ne PKKlı, sadece terörist!

Ankara’daki son terör eylemini, kimin yaptığının belirlenmesi ya da terör örgütlerden birinin bunu üstlenmesi, artık tek başına bir önem taşımıyor.

PKK, PYD, YPG, DAEŞ, Esed, ABD, Rusya, İran, İngiltere, İsrail… isimleri farklı ama ürettikleri sonuç hep aynı çünkü.

Bizim aklımızda kalansa, eylemin zamanı ve mekanıyla neden olduğu sonuçtan başkası değil.

Öte yandan, içeriden ya da dışarıdan yönelen her terör eylemi Türkiye’nin istikrarına yöneldiği gibi, bölgesel kaos ortamında onu yanlış yapmaya, terörü besleyenlerin, büyütenlerin birinden yana olmaya zorluyor.

İran örneğinde olduğu gibi din kardeşliğinin ülke çıkarları adına feda edildiği, ABD örneğinde olduğu gibi stratejik ortaklığın terör destekçiliği lehine harcandığı şu ortamda insani, ahlaki hiçbir şeyin kıymeti de bulunmuyor.

İçeriye dönüp baktığımızda da farklı bir fotoğrafla karşılaşmıyoruz.

Madrid, Londra, Paris mekanlı terör eylemlerine ağıtlar yakıp, ilgili olaylar nedeniyle oralarda olağanüstü halden, yayın yasağına kadar gündelik hayatı kısıtlama yönünde alınan her kararı, yapılan her uygulamayı akılcı, isabetli bulurken, İstanbul’u Ankara’yı terör üssü ilan ederek sözüm ona eleştiri hakkını kullandıklarını ileri süren gazeteler, partiler, sivil toplum kuruluşları ve sosyal medya trolleri var.

Türkiye’nin milli çıkarları gereğince mesafe koyduğu, ilişkisini kestiği ya da askıya aldığı ülkelerdeki liderlerin ayaklarını yalamaya giden, gidemiyorsa bağlılığını kameralar yoluyla ileten parti liderleri, milletvekilleri var.

Elbette, bunların, AK Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye gemisini selamet sahilinde tutmak yönündeki gayretinin millet tarafından iyi görüldüğünü, bu nedenle iktidarın orta vadede sandık yoluyla değişemeyeceğini bilmelerinin mezkur tutumlarında büyük etkisi var.

Ancak onların meselesi bundan da ibaret değil. Onların milletiyle barışık bir devleti istememe yönüyle de Türkiye’nin istikrarını, büyük bir güç olmasını hazmedemeyen dış düşmanlarla örtülü bir müştereklikleri, gizli bir ahitleri var.

Hal böyle olunca, terörün, teröristin ayrı ayrı zikredilmemeleri, tanımının da yeniden yapılması elzem görünüyor.

Mevcut terör örgütleriyle, onları kaos bölgesinde kuranların, destekleyenlerin ve büyütenlerin; hangi gerekçeyle olursa olsun milletin canına ve malına kastedenlere arka çıkanların, onları korumaya ve kollamaya kalkışanların isimleri, mekanları, faaliyet yerleri kırmızı çizgi ile çizilip, karşılarına sadece “terörist” ibaresinin yazılması ve aralarında hiçbir ayrım yapılmaksızın buna uygun bir muameleye tabi tutulmaları Türkiye’nin kaçınmayacağı, ertelemeyeceği bir zorunluluğudur.

Yaşanan bunca terör eyleminden görülmüştür ki, kendisini şehirlerin kalabalık alanlarında patlatan DAEŞ militanı ile il ve ilçelerde sokaklara hendekler kazan PKK’lının, kendi hizmeti için terör örgütü kurarak, istediği mekan ve zamanlarda onlar üzerinden eylemler tezgahlayan CIA ile İmam biatlı SAVAK elemanının, otobüs yakan şehir eşkıyası ile yaralı teröristlere ambülans verilmiyor diye açlık grevi gösterisi yapan milletvekilinin niyetleri, fiilleri ve ürettikleri olumsuz sonuçlar mahiyet olarak aynıdır. Dolayısıyla bunlara karşı alınacak önlemlerin, yıldırma ve yok etme faaliyetlerinin de aynı mahiyette olması gerekmektedir.

Son Paris terör eyleminin hemen ardından, Ulusal Cephenin (FN) Onursal Başkanı Jean-Marie Le Pen’in evinde yapılan aramayı dikkate aldığımızda, belirttiğimiz şekliyle Fransa’nın da teröristleri eşitlediği görülecektir. Güya Le Pen’in vergi kaçırdığı iddiasına dayandırılan bu arama, gerçekte onun teröre destek verip vermediğinin sorgulamasından ibaretti.

Bu durumda Türkiye’nin de öncelikle Putin’den, müflis ülkenin başbakanı Çipras’a kadar terör örgütleri için yardım dilendiği aşikar olan parti yöneticilerini derdest etme, sorgulama ve tutuklama hakkı vardır.
Çünkü şu savaş ortamı ve yaşadığımız günler itibariyle insanın can ve malına tecavüze kalkışan, onun yaşama hakkını elinden almak isteyen herkes ülkesi, adı, unvanı, inancı, mezhebi, ideolojisi ne olursa olsun teröristtir.

Deniz Baykal’ın farkı

Deniz Baykal, vatanseverliğin siyasi rekabete feda edilemeyeceğini söylediği için hem kendi partisine mensup olanların hem de AK Parti ve Erdoğan düşmanlığıyla vatanını satabilecek kertede gözlerini karartanların ortak hedefi haline geldi.

Katıldığı açıkoturumda siyaseten bir partiye, lidere düşmanlık beslemenin, ülkenin varlığına yönelen terörü desteklemenin gerekçesi bulunmadığını, devletin kendisini savunma hakkına karşı çıkılamayacağını ve bundan asla şikayetçi olunamayacağını çok net ifadelerle söylemesine rağmen, kendisine mezkur çevrelerce yöneltilen suçlamalar karşısında yeni bir açıklama yapma ihtiyacı duyarak, bu kez şunları vurguladı:

“Terörle mücadelenin başarılı olması ve buna destek olmak hepimizin görevidir. Suriye sorununun bu hale gelmesine kim yol açtıysa onun altında kalsın, bize ne deme hakkımız da yoktur. Bizim sorunumuz iktidarla hesaplaşmanın ötesinde Türkiye ye sahip çıkmaktır. AKP’ye karşı çıkmakla Türkiye ye sahip çıkmak arasındaki ayrımı yapabilmek devlet adamı olmanın gereğidir.”

Kemal Kılıçdaroğlu, bu uyarının muhataplarından olarak “devlet adamlığının gereği” üzerine düşünmek ve sorumlu bir vatandaş olarak davranmak yerine, her zaman olduğu gibi “Kellim kellim la yenfau” sözünün hükmünce, Baykal’ın uyarıları için “Tam AKP dış politikada sıkışmışken ortaya çıkıp can simidi olmayı seçti” yorumunu yapmış.

Yeni Şafak ve Yeni Akit gazetelerine yönelik terör eylemleri karşısında saçmalayan Kılıçdaroğlu’ndan, Baykal’ın sözlerini anlaması ve doğru yorumlaması zaten beklenemezdi.

Herkesin aklında yer etti ama kayıtlarda aman bir eksilik oluşmasın diye teyiden yazmamız gerekirse, söz konusu saçmalığı şu sözlerle üretmişti Kılıçdaroğlu:

“Bakın şimdi, bugün iki gazetemize daha saldırı yapıldı. Emin olun üzgünüm. Neden iki gazeteye daha saldırı yapılsın? Bir an önce faillerinin bulunup, yargıya teslim edilmesini istiyoruz. Şimdi ben bunu istiyorum, yarın ‘bu gazetelere saldırının sorumlusu da CHP’dir’ diyecekler. İnsaf, insaf ya.”

Düşünceleri Ak Parti’nin başarısızlığına ve dolayısıyla devletin, milletin bundan zarar görmesine endekslenmiş birinin nasıl olup da hâlâ bir partiye liderlik edebildiği, imkansız iktidar beklentisi içinde kimlerden nasıl bir umut devşirmek istediği ise ayrıca tartışılmaya değer.

Ortalıkta sünnet çocuğu edasıyla dolaşmasından, sorumsuzluğundan, verdiği bir kararı ertesi gün değiştirmesinden, sarf ettiği hemen her sözü geri almasından, saçmalamasından dolayı Kılıçdaroğlu’ndan hiç hazzetmediğim gibi, aslında Baykal’dan da pek hazzetmem.

Baykal şahsen çok iyi biri olabilir, ancak içinde yetiştiği ve halen yer aldığı yapının bidayetinden beri bozuk olması bu kanaatimde etkilidir.

Ancak son tahlilde vatanseverliğiyle değerli bir fark sahibi oluşunun ise tartışma götürür bir yanı yoktur.

Darısı tüm CHP’lilerin başına…