Okullar açıldı, hepimiz her sonbaharda olduğu gibi okullarla bir daha tanıştık. Kimimiz veliyiz, kimimiz öğrenci ya da öğretmen. Her okul açılışında bu rollerimizi hatırlamaksa ağızda kekre bir tat bırakıyor.
Bu kekreliğin sebebi, eğitim işinin memlekette tıkır tıkır yürüyen işlerden olmaması. Sınıf mevcutlarını düzenledik derken, geçimsiz bir yönetici ya da yetersiz bir öğretmen faktörü devreye girebiliyor. Bunlar yoluna girmiş gibiyken, saçmalayan bir kalemden çıkmış bir ders kitabı pat diye önümüze düşebiliyor.
Çocukların sabahın köründe yollara düşmeleri de, kantinlerde yemek zorunda kaldıkları abuk yiyeceklerin varlığı da, bu pedagojik meseleler karşısında tali başlıklara dönüşüveriyor.
Bütün bu kötücül sarmalın ardında ne var? Bu fasit daireden çıkmanın bir yolu var mı?
Bendenizin bu konudaki kanaati şudur: Türkiye’de eğitim, okuryazarların, tefekkür sahibi kimselerin, edebiyatçıların ya da felsefecilerin gündemine girmiyor. Eğitim üzerine düşünenimiz az, yazanımız yok.
Elbette farkındayım, bazı gönüllü kuruluşlar, vakıflar, bir avuç eğitim delisi koşturuyor, üretiyor, terliyor. Ama ben, koşturmaya başlamadan, terlemeye geçmeden önceki evreden bahsediyorum.
Bahsettiğim evre, ilkelerin ve siyasetin, paradigmanın ve felsefenin evresidir. Eğitimin üzerinde yükseleceği zemin yani. Yanlış anlaşılmasın, bu zemin, siyasi görüş ve ideolojinin zemini değildir. Yani sistem Kemalizm’i terk edip Maoist veya İslamcı olunca değişecek bir şeyden bahsetmiyorum. Bizzat eğitimin kendisi üzerine yapılan bir tefekkür ameliyesinin ürettiği, eğitimin tabiatını aydınlatan, eğitimin kurgulanması sürecini yöneten bir evreden bahsediyorum.
Biraz açayım: Ödev seven bir eğitim anlayışı, herhangi bir ideolojiden bağımsız olarak, eğitimin teknik bir meselesidir. Ödev olarak çocuğa üç sayfa Atatürk’ün hayatını ve kahramanlıklarını vermekle, üç sayfa Abdülhamid’in siyasi dehasını vermek arasında bir fark yoktur. Çocuk her halükarda, intibak edemeyeceği, benimseyemeyeceği, bir evin akşam havasına uymayan bir işle meşgul olacaktır.
Ya da yirmi kiloluk bir çocukcağızın sırtına, milliyetçi bir sistemin ya da sosyalist bir sistemin kendi kitaplarıyla doldurdukları onar kiloluk çantaları yüklemek arasındaki fark ideolojiktir, yoksa eğitim felsefesine ilişkin değildir.
Şöyle de diyebiliriz: Türkiye’de hükümetler selefleri olan rakiplerinin dış politikasını reddeden yollar tuttursalar da, ekonomik açıdan birbirlerine zıt politikalar yürütseler de, kamuda ayrı ayrı kadrolaşarak birbirlerini kovsalar da, bir konuda sürekliliği sağlamışlardır: Eğitim.
Ama haksızlık ediyorsun, kitaplar değişiyor, yazarlar ve müfredat değişiyor, demeyin. Bir dersin içeriğinde sadece ağırlık merkezlerinin değişmesi, müfredatın tamamen değişmesi anlamına gelmiyor. Müfredat, bir yönüyle eğitimin dilinin değişmesiyle, hedeflenen öğrenci idealinin dönüşmesiyle değişebilecek bir şey ancak. Edebiyat dersi müfredatında, Nazım’ı çıkartıp yerine Necip Fazıl’ı koymakla müfredatın sadece bir kısmını değiştirmiş olursunuz. Eğer eğitimin yapısına, tabiatına, akışına, öğrenciye geçişine müdahale etmezseniz şu olur: Daha önce Nazım’dan sıkılan öğrenci, bu kez Necip Fazıl’dan sıkılmaya başlar. Bir zamanlar İngilizce korkusu yaşarken, bu kez Arapça korkusu yaşamaya başlar.
Dolayısıyla, müfredatı silkelerken, öğretmen rotasyonlarıyla geçici çözümler üretmeye çalışırken, ders kitaplarına yeni konular ve dersler arasına yeni seçenekler eklerken, çok önemli bir konuyu atlıyoruz: Eğitimin kendisi üzerine tefekkürü, eğitimin tabiatı ve istikameti üzerine düşünmeyi.
Mesela, internette “eğitim felsefeleri” diye bir arama yapıverin. Karşınıza, ya öğrencilerin işini şıpınişi görecek son derece yüzeysel özetler ya da en yenisi yüz senelik üç-beş modelin tanıtıldığı yazılar çıkacaktır. Yani eğitim felsefesi konusunun kendisi bile bir eğitim felsefemizin yokluğuna delil gibidir.
Bizim ihtiyacımız olan şey eğitim ütopyaları üretmektir. Eğitimi hayal etmektir. Yeni modeller, yeni mekanlar, yeni sınıflar, yeni öğretmenler, yeni kitaplar, yeni bir öğrenci hayal etmek. Bu mümkün mü peki? Mevcut eğitim, bize hayal kurmayı da büsbütün unutturmadıysa, evet mümkün.