Afrika meyveler bakımından mümbit bir kıtadır. Birçok tropikal, savan hatta Akdeniz ikliminde yetişen meyveyi bulmak mümkündür. Afrika’nın hemen hemen birçok bölgesinde yetişen meyvelerin başında muz, papaya, ananas ve mango gelir. Bu meyveler içinde benim tercihim mango. Mango ile Afrika arasında sanki bir uyum vardır. Mango ağacı heybetlidir. Onun gölgesinde bulunmak Afrika kıtasında bir serinlik verir. Birçok yerli kabile tarafından mango ağacı kutsal kabul edilmiştir. Bazen bir sığınak bazen sürekli ürün veren bir ağaç bazen de kabile üyelerinin saçaklarında bir araya gelip önemli kararlar aldığı bir ağaçtır mango.
Mango meyvesinin elliden fazla çeşidi var. Boyut olarak küçük olan mangolar büyüklerine göre daha lezzetlidir ve meyvenin suyu ilk çağlardan beri sıvı bir içecek olarak da tüketilir.
Mango meyvesinin lezzetine rağmen Afrika için asıl simge meyve muzdur. Muz bir zamanlar Türkiye’de lüks meyve olarak bilinir yalnız zenginlerin sofrasında bulunurdu. Yerli muzun üretimine başlanması ile artık herkesin kolaylıkla alabildiği bir meyve haline geldi. Oysaki Afrika’da muz hep en ucuz meyveydi. Afrika’da muza erişmek diğer meyvelere erişmekten daha kolaydı.
Bugün Afrika’nın hemen hemen birçok bölgesinde muz bahçelerini görmek mümkün. 200’den fazla muzun yetiştirildiği bilinmekte. Yetiştirilen muzlardan bir kısmının içi beyaz bir kısmının sarı hatta bir kısmının da kırmızıdır. Muz’un günlük tüketiminde Afrika birincidir. Muz aynı zamanda Afrika’da en ucuz meyve türüdür. Papaya, Ananas, Avakoda gibi meyveler muza göre daha pahalı olup muz kadar pek yaygın değildir.
Muz’un anavatanı güneydoğu Asya olduğu söylense de, Afrika’da ilk tarım üretiminin başladığı yıllardan beri biliniyor. Muz uzun bir süre Afrika için temel tüketim besini olmuş. Dünya’da en çok üretilen buğday ve pirinçten sonra belki üçüncü sırada Afrika’da ise birinci sırada yer almıştır. Muz’u Afrika’nın ilk yerlileri kabul edilen Bantu ve KoiKoi yerlileri tarafından bulunduğu kabul edilmekte tarih kitapları tarafından. Hatta Afrika’ya ilk ayak basan sömürgecilerin de yerlilerle değiş tokuş yaptıkları ilk meyve aynı zamanda. Portekizlilerin muzla ilk karşılaşmaları da Senegal’de olmuş. Senegal’de içki karşılığında muz almışlar yerlilerden Portekizliler.
İngilizcede muz anlamına gelen “banana” kelimesinin de Kuzey Afrikalı Müslümanlara ait olduğu tahmin edilirken, Arapça ve kadim Afrika dillerinden Amharikçede ise “muz” denilmekte. Musa’nın meyvesi anlamına geldiği sanılmakta.
Avrupa merkezci tarih sınıflandırmasında tarih öncesi dönemler kullanılan araç ve gereçlere göre sınıflandırılır. Afrika’yı belki de insanların yetiştirdikleri ürünlere göre sınıflandırmak daha doğru. Ben Muz Kültürü öncesi ve sonrası Afrika demeyi daha doğru bir sınıflandırma olarak görüyorum. Çünkü muz, Afrikalılar için yalnız bir meyve değil aynı zamanda bir kültürün, yerleşik bir kültürün başlamasını gösterir.
Afrika’da Nil medeniyetini hariç tutarsak, yerleşik kültürün muz üretimi ile başladığını söyleyebiliriz. Hz. Peygamberin hicretinden 2000 yıl önce Sahra altı Afrika toplulukları yerleşik hayata geçmeye başladılar. Evlerini muz ağaçlarından yaptılar, muz yapraklarını çatı gibi kullandılar. Hala Gana, Togo, Kongo ve Etiyopya’da geleneksel olan bu evleri görmek mümkündür.
Muz, Anadolu ve Sümer ilinde buğdayın, Amerika’da ise patatesin işlevini gördü. Muzun doyurucu yönünün olması nedeniyle tatlı bir meyve gibi tüketilmesinin yanında, kızartılarak yenmesinden dolayı öğünlerin de ana yemeği oldu. Kongo’nun güneydoğusundaki mağara resimlerinde muzdan içecek yapıldığına dair betimlemeler bulunmakta.
Etiyopya, Tanzanya ve Uganda’da muz ağacından yapılmış evler yaygındı. Gana’da evlerin bahçeleri muz ağaçları ile doluydu. İnsanlar sadece besin ihtiyaçlarını değil, korunma hatta ilkel düzeydeki silah ihtiyaçlarını bile muz ağacından karşılıyordu.
Muz Kültürü’nün oluşmasında göçlerin önemli bir yeri vardır. Gerek Bantu göçlerinde gerek Kuşi halkının göçlerinde muz belirleyici olmuştur. Bantular, doğu Afrika topluluklarından öğrendikleri muzu gittikleri her Afrika bölgesine götürmüşlerdir. Muzun özellikle nemli ve yağışlı iklime kolay adapte olabilmesi diğer Afrika toplulukları için de önem kazanmasına sebep olmuş. Muz zamanla Afrika halklarının üzerinde buluştuğu ortak bir değer haline gelmiştir. Birbirinden çok farklı Abisine, Songhoy ya da Asente krallıkları birbirlerinden çok uzakta olsalar da kullandıkları ortak figür muzdur.
Sömürgecilerin Afrika’ya gelmesinden önce muz ticareti aynı zamanda Asya ile Afrika arasında bir köprü kurulmasını da sağlamış. Birçok Asya halkı muz ticareti sayesinde Afrika’yı tanımış ve yerleşmeye başlamıştır. Bugün Mozambik’teki geleneksel Afrika evleri ile Kamboçya’daki geleneksel evler arasında bir benzerlik olduğu görülmekte. Hatta Madagaskar’da yaygın olarak konuşulan Malagasi ile Borneo adası dili arasında derin bir ilişki olduğu dilbilimciler tarafından iddia edilmekte.
Muz Cumhuriyeti deyimi, yoksulluk ve yolsuzlukla boğuşan orta Amerika ülkeleri ile aynı kaderi paylaşan Afrika ülkeleri için de kullanılmakta. Bu ülkelerin bir Muz Cumhuriyeti’ne dönüşmesinde sömürgecilerin katkısı büyük. Özellikle Afrika’daki askeri darbelerin uzun bir süre Fransa ve İngiltere’nin gözetiminde yapıldığını bilmeyen yok.
Ortak kadim bir Muz Kültürü’nü bir Muz Cumhuriyeti’ne dönüştürmek sömürgecilerin en başarılı yanlarından biri. Tarihi ve kültürü unutturmanın, önemsizleştirmenin bir yolu da bu şekilde banal ifadeleri yaygınlaştırmak belki de. Yıllardır Türk siyasetinde de Uganda tamtam seslerinin işitildiği bir ülke olarak lanse edildi, oysaki bu tamtam seslerinin arkasında Muz Kültürü’ne uzanan bir derinlik vardı.
Afrikalılar artık ülkelerinin bir “Muz Cumhuriyeti” olarak ifade edilmesini istemiyorlarsa köklerini hatırlamaları gerekiyor. Hatırlamak ve unutmamak yeni bir şahlanış, kültürü yeniden tanımaya başlamak demektir çünkü.