“Tüm garipler, mazlumlar, ötelenmişler ve geride kalmışların yüreklerinde ‘yalnız değiliz’ duygusunu oluşturabildiğimiz bir dünya düzenine, ‘iyilikler’ vasıtasıyla kavuşmak” vizyonuyla hareket eden bir dernek vasıtası ile Vietnam’dayım; Sadakataşı Derneği.
Sadakataşı Derneği’nin kendisine hedef olarak koyduğu faaliyet alanlarını tariflerken kullandığı dile ilişkin bir cümleyi buraya alıntılamak isterim;
“Naif ve estetik yardımlaşma kültürünü, ‘sadaka taşları’ modelini örnek alarak canlandırmak.”
Bu cümleyi kuruyor olmak başlı başına bir iddiayı dile getiriyor olmak demektir. Yardımlaşmaya dair günümüzde kurulan sorunlu dilin onarılmasına, dönüştürülmesine olanak tanıyan yanıyla önemli bulduğum bu iddia ile elbette yüzleşecek olan da Sadakataşı Derneği olacaktır. Allah muvaffakiyetler versin.
Sadakataşı Derneği’nin farklı alanlardaki faaliyetlerinin tanıklarından biriyim. Bangladeş’deki Arakanlılara yönelik yöresel mimariye uygun ev üretiminden tutun, İslam’ın öğrenilmesi maksadına binaen çocuklara yönelik dini bilgiler içeren kitapların basılıp dağıtılmasına, okul inşasına kadar çok sayıda faaliyeti söz konusu. Bu yardım faaliyetleri arasında Kurban Bayramlarında yürütülen kesim ve dağıtım organizasyonlarının ayrı bir yeri var. Kurban organizasyonlarında sadece bölgelere gidilerek kesim ve dağıtım organizasyonu yapılmıyor aslında. Tanışmalar, yeni faaliyet alanlarının belirlenmesi, ihtiyaca binaen proje üretimleri, üretilen projelerin etüt edilmesi, fizibilite çalışmalarının yapılması, gerçekleştirilen projelerin denetlenmesi gibi çok sayıda esas unsura lokomotiflik yapıyor Kurban organizasyonları.
Sadakataşı Derneği ile kuruluşundan bu yana tanışıyor olmama rağmen ilk defa bir organizasyon sürecini yakından görme fırsatım oldu bu bayram.
Ho Chi Minh City şehrinde konakladığımız otelden ayrılıyor ve yola koyuluyoruz. Vakit öğleni bulmuş durumda. Takriben 6-7 saat yolculuk yapacağımız bilgisi var elimizde. Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bölgelere giderek kesim ve dağıtım organizasyonumuzu yapacağız. Müslümanlara giden yol üzereyiz bugün.
Şehrin gürültüsünden, yoğunluğundan, kalabalığından kurtulmamız hayli zaman alıyor. Önce bir otobana çıkıyoruz, çok değil 10-15 dakika sonra terk ediyoruz otobanı ve tek gidiş tek gelişli yollara düşüveriyoruz.
Yolumuzu sürekli motosikletlilerle paylaşmak zorundayız. Trafik yoğun. Bir motosikleti sollamak bile büyük bir mesele. Yol öylesine dar ki, yola, yan yana iki araç ve bir motosikleti sığdırmanız bir hayli zor. Bu yüzden sollamalara korna sesleri de eşlik ediyor yoğun olarak.
Mekong Nehrinin akış yönüne göre ters istikamete doğru ilerliyoruz. Sağlı sollu bereketli topraklar ev sahipliği yapıyor bize. Pirinç tarlalarını, yol kenarlarında bir ayakları nehre dayanmış bir ayakları yolun kıyısında evleri, yöresel yiyecek satan seyyar satıcıları, evlerinin yola bakan yanını dükkân olarak tasarlamış müşterilerini bekleyen kadınları, sosyalist rejimin simgeleri ile donatılmış resmi binaları, devasa kahramanlık heykellerini, Ho Chi Minh posterlerini, onlarca köprüyü, okul oldukları her halinden belli olan yapıları, çarşılarıyla bir hayli canlı bulduğumuz kasabaları birer birer eksilterek ilerliyoruz bozuk asfalt üzerinde.
Aracımızdaki genç Mücahit ve şoförümüz Khan ile zaman zaman sohbet etmeye çalışıyoruz. Mücahit Kuveyt’te lise okuyor ama Arapçası henüz yeterli seviyede değil. Khan ise sadece Vietnamca konuşabiliyor olmasına rağmen vücut dilini konuşturma hususunda oldukça mahir.
Güneşi kollayarak ilerlediğimiz güzergahta gözlerimiz cami arıyor ama ne mümkün. Sonunda bir benzin istasyonuna seriyoruz seccadelerimizi. Itrîce tekbirler ile nihayetlendirdiğimiz bir miktar sessizlik iyi geliyor hepimize.
Navigasyona bakılırsa daha yolun yarısında bile değiliz. Yol büyüdükçe büyüyor gözlerimizde. Ortalama 40 km hızla anca ilerliyoruz. Nehrin kollarının üzerine kurulu köprüleri aşarak ilerlediğimiz yolda iki defa arka arkaya nehir üzerinde çalışan feribotları kullanıyoruz. Kaptan ve bir mürettebata ilaveten üç beş araba, çokça motosiklet ve seyyar piyango satıcılarından müteşekkil feribotumuz 5-10 dakika içerisinde geçiveriyor nehri.
Yavaş yavaş Müslüman yüzler görmeye başlıyoruz. Başörtülü kadınların ellerinden tuttukları çocuklarına bayramlık alışlarını gösteriyoruz birbirimize. Evler daha bir nizamileşiyor buralarda. Temizlik anlayışları gözle görülür bir biçimde farklı mahallelerden geçiyoruz. Helal logolu minik restoranlar, daha evvel hiç görmediğimiz, adını öğrenmeye çalıştığımızda telaffuzunda zorlandığımız meyvelere ait tezgahlar, bir iki büyükçe sayılabilecek yöresel mimari öğeler taşıyan cami, bağdaş kurup oturmuş halde sırayla şarkı okumakta olan gençler gündüzün üstünü örtmeye başlayan akşama dair aklımda kalan sahnelerden.
Angiang şehrine vardığımızda öncelikli işimiz bir otel ayarlamak. Şehrin en merkezi noktasında, Ho Chi Minh City şehrinde kaldığımız otelin üçte biri fiyatına bir otelle anlaşıyoruz ve odalarımıza dağılıp bir miktar yorgunluk atıyoruz. Sonrasında otelin bize tahsis ettiği bir ara katta Türkiye’den getirilmiş nevalelerden oluşan bir sofra kuruluyor. Akabinde yaya olarak küçük bir şehir turuna çıkıyoruz. Köşedeki kahvecinin büyüsüne kapılıyor ve kahve söylüyoruz kendimize.
Sabah olduğunda önce bayram namazına gideceğiz. Sonrasında Sadakataşı Derneği’ne kurban bağışında bulunanların kurbanlarının kesimlerini organize edeceğiz ve dağıtımları gerçekleştireceğiz. İçi kıpır kıpır oluyor insanın. Bayram da biraz böyle bir şey galiba, yaşınız kaç olursa olsun çocukluğunuza sabitliyor sizi.
Gece aniden uyanıyorum. Henüz iki saat olmamış uyuyalı. Uyanış o uyanış. Gün doğumuna daha çok var. Ülkem ve sevdiklerim geliyor aklıma. Gece boyu konuğum oluyorlar. Sabah yüzünü göstermeye başladığında şunlar dökülüyor dilimden;
“İnsan bir annesini unutamıyor bir de babasını kendisini bayram sabahına ulaştıracak gecenin sessizliği çökmüşken.
Arefeden annem hazırlardı bayrama bizi, gece boyu pırpır eden yüreğimizi bayram namazı için babamın avuçlarına bırakırdı.
‘Bayram sabahı, Vietnam’”
Şimdi namaz vakti, önce sabah, sonra bayram.