Müslümanlar bedevî diğerleri medenî öyle mi?

Suudi Arabistan’ın İstanbul konsolosluğuna girdikten sonra kendisinden bir daha haber alınamayan gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın kuvvetle muhtemel yaşamış olabilecekleri karşısında hemen herkesin nutkunun tutulduğunu gözlemliyoruz iki haftadır.
Suikast timinin İstanbul’a gelerek konsolosluk binasında kendilerine tevdi edilen vazifeyi icra ettikten sonra İstanbul’dan ayrıldıkları biliniyor artık. Kendilerince ‘karartılmış bir günün’ ardından hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam etmeye kalkacaklardı ki hiç hesapta olmayan şeyler olmaya başladı.
Değerli dostumuz Turan Kışlakçı ismini burada bir yere hassaten not edelim. Ve elbette Türk Arap Medya Derneği’ni de. Ve bir de Yasin Aktay’ı unutmayalım. Bir büyük oyunu bozma hususunda önemli isimler bunlar.
İki hafta boyunca birtakım delillerden yola çıkarak Cemal Bey’in konsolosluk binasında yaşamış olduklarının neler olabileceği konuşuldu hep. En iyi ihtimalle Cemal Kaşıkçı’yı kaçırdılar. En kötü senaryoda ise parçalara ayrılmış bir ceset var dünyanın kucağında.
Lakin, öyle görünüyor ki, Cemal Kaşıkçı öldürüldü, hem de vahşice, barbarca.
Suudi Arabistan devleti bir karikatür devlettir. Necid bölgesinin bedevi geleneğinden beslenerek icat edilmiş bir ikili yapının (Suudî-Vehhabî) üzerine bina edilmiş bir karton devlettir Suudi Arabistan. Trump gibi bir figürün aşağılayıcı, alaycı cümlelerini bile pişkinlikle karşılayabilen bir karikatürden söz ediyorum. Işıklı bir kürenin etrafındaki karikatürü getirin gözlerinizin önüne mesela. İstanbul konsolosları Reuters haber ajansını konsolosluk binasına davet ederek ‘bakın Cemal Kaşıkçı burada yok’ derken emin olun o karikatür devlet geleneğini de ele vermiş oluyor bir bakıma.
Ortadoğu’da Müslümanların sahibi anlamında vitrine yerleştirilen ikili figüran bir yapı var. Bu yapının bir tarafını İran oluşturuyor, diğer tarafını Suudi Arabistan, Sisi’nin Mısır’ı ve BAE oluşturuyor. İstanbul’daki Suud konsolosluğundaki haydutluğun akabinde, suikast timini taşıyan iki uçaktan birinin Birleşik Arap Emirlikleri’ne diğerinin Mısır’a uçmuş olmasının ‘ışıklı küre’ gibi sembolik bir anlamı olmalı.
Doğrusunu isterseniz, Müslümanların bu yapının dışında bir dünyayı hak ettiklerini düşünüyorum. 1000 yıllık Selçuklu ve Osmanlı tarihini uygarlık tarihinin dışına iterek bu zamanı ‘kayıp halka’ olarak adlandıran zihinsel yapının bugünün dünyasındaki Müslümanlar için önerdiği şeyin ya İran ya da Suud, Sisi’nin Mısır’ı ve BAE’den müteşekkil blok olması hayli manidar değil mi?
Şimdi soruyorum size,
İslam dünyasına dışarıdan bakan birinin, İran, Suud, Sisi’nin Mısır’ı ve BAE himayesinde örgütlenen İslam dünyasında gördüğü şey nedir?
Irak, Suriye, Filistin, Yemen, suikastler, barbarlık, kafa kesmeler, ceset parçalamalar…
Gelinen noktada, bu algıya bütün Müslümanların topyekûn itiraz etmesi artık kaçınılmazdır.
Tevbe Suresi’nde şöyle bir ayet-i kerime var. Elmalılı Hamdi Yazır tercümesinden istifade ederek alıntılıyorum buraya; “Ârâbîler (Bedevîler) küfürce ve nifakça daha şiddetlidirler, bununla beraber Allah’ın Resulüne indirdiği ahkâmın hududunu bilmemiye daha lâyıktırlar, Allah alîmdir, hakîmdir.” (Tevbe Suresi /97)
Bedevîlik denince akla gelenlerden biri de aşağıdaki meşhur rivayettir; “Hz. Peygamber’e (Selamların en güzeli O’nun üzerine olsun) Necid ahâlisinden bir bedevi geldi. Saçları karışıktı. Kulağımıza sesinin mırıltısı geliyordu, ancak ne dediğini anlayamıyorduk. Hz. Peygamber’e iyice yaklaşınca gördük ki, İslâm’dan soruyormuş.
Hz. Peygamber, “Gece ve gündüzde beş vakit namaz” demişti ki adam tekrar sordu: “Bu beş dışında bir borcum var mı?” Hz. Peygamber, “Hayır ancak istersen nâfile kılarsın.” diye cevapladı. Hz. Peygamber, “Ramazan orucu da var.” deyince adam, “Bunun dışında oruç var mı?” diye sordu. Hz. Peygamber, “Hayır! Ancak dilersen nâfile tutarsın.” dedi. Hz. Peygamber ona zekâtı hatırlattı. Adam, “Zekât dışında borcum var mı?” dedi. Hz. Peygamber “Hayır, ama nâfile verirsen o başka!” dedi. Adam geri döndü ve gider ayak: “Bunlara ilâve yapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım.” dedi. Hz. Peygamber de, “Sözünde durursa cennetliktir.” buyurdu. (Talha İbnu Ubeydullah’tan rivayetle)”
-Biraz zorlayarak, bugünün İslam dünyasının içinde bulunduğu durumun da etkisiyle belki- bana öyle geliyor ki, Hz. Peygamber bahse konu bedeviye ve onun şahsında tüm bedevilere ‘mümkünse İslam adına bunlardan başkaca bir şey yapmayın’ demek istemiş olmalı. Öyle ya, bedevî Suud-Vehhabi ortaklığının siyaseten ve dinen dünya Müslümanlarını temsil iddiası ile ortaya koyduklarını görüyoruz işte hepimiz. Irak’ta ve Suriye’de DAEŞ’in kaynağı bu ikili ortaklık değil midir? Yemen’deki katliamlarda bu ikili mantalitenin oynadığı rolü görmüyor muyuz? Bu ikili yapının Mısır’da Sisi’yi desteklerken, Sisi’nin bir meydan dolusu Müslümana ölüm yağdırdığını da gözlerimizle gördük. Suud destekli BAE’nin terörün finansmanı noktasında durduğu pozisyonun yabancısı mıyız? İslam’ın bedevî, batının medeni olduğu algısına oynandığını görebiliyor muyuz peki? Bu yapıların ortaya koyduğu barbarlıkların, batılılarca Müslümanlara çeşitli coğrafyalarda (mesela İsrail) uygulanan zulmü gölgelediğini, hatta meşrulaştırdığını düşünün bir de.
İstanbul’daki konsolosluklarında bir muhalif gazeteciye yaşatılanların da tanığıyız bugün. O yüzden diyorum bu bedevi hanedanlığın mümkünse bizzat Müslümanlar tarafından, namaz kılmanın, oruç tutmanın, zekât vermenin dışında herhangi bir yükümlülükleri olmaksızın yaşamlarını sürdürebilecek hale getirilmesi, bütün dünya Müslümanlarının yaşamsal bir ödevi olmalıdır. Yoksa bu Suud Selefiliği ve Suud Selefiliğinin beslediği diğer bedevîlik müesseseleri ve/veya günümüz dünya sisteminin Suud Selefiliğinin karşısına konumlandırılmaya çalıştığı tüm bedevilik biçimleri İslam dünyasını çölleştirecektir. Bu da böyle biline.