Millet Fonu çağrısı

Dövizde yukarı yönlü anormal hareketlilik söz konusu olduğunda Türkiye kamuoyunun tepkilerini sanırım sizler de görmüş olmalısınız. Tepkileri, olan bitenin ne olduğundan bağımsız olarak, yani yukarı yönlü döviz hareketliliğinin asıl sebebinin ne olduğuna bakmaksızın doğrudan doğruya hükümet eleştirileri yapanlar ve bir de karşılaşılan duruma ilişkin olarak ne yapılması gerektiğine dair kendi dünyaları ölçeğinde kafa yormaya ve aksiyon almaya çalışanlar diye ikiye ayırabiliriz. Meselenin teknik, siyasi izahını yapma çabası içerisine girenleri bir kenara koyarak kuruyorum cümleleri. İlk refleks olarak ne gördük toplumda? ‘Eyvah’ diyerek ‘üzerimize düşen nedir’ sorusunun cevabını arayanlar vardı bir yanda, diğer yanda ise ‘oh’ nidasının arkasından cümle kuranlar. ‘Oh’ nidası arkasına sığınarak cümle kuranların yüzündeki gülümsemenin sinir bozuculuğuna aldırmaksızın ‘üzerimize düşen nedir’ sorusuna cevap aramayı, doğrusunu isterseniz çok önemsiyorum.
Şöyle kabaca bir hatırlayacak olursak, döviz bozdurma eylemleri, ABD menşeli akıllı telefon imha seansları, bayram temizliği yapan bir grup kadının temizlik malzemesi olarak yerli deterjan kullandıklarını anlatmak için yaptıkları video çekimleri, ‘şu kadar döviz bozdurup makbuzunu getirene bizden şu ücretsiz’ şeklindeki onlarca ilan, yurt dışından gelen harcamaların Türkiye’de yapılmasına yönelik çağrılara rastladık hepimiz bu süreçte.
Tüm bunlar ciddi bir ekonomik değere tekabül etmiyor olsa da toplumsal bilincin oluşması anlamında bir yere oturuyor diye düşünüyorum. Şöyle itirazlar gelebilir her birine elbette, geldi de, hepsini okuduk biz;
‘O telefonu balyozla kırsan ne olur, neticede gidip bir başka marka telefon alacaksın ve cari açığa katkıda bulunacaksın’
‘O kullandığın deterjanın hammaddesi nereden geliyor acaba?’
‘Dövizi bozdursan ne olur her fiyattan almayı bekleyen olduktan sonra’
‘Başkası döviz bozdurunca sen niye bedavadan ürün veriyorsun ki kardeşim, yine zarar eden sen olmuyor musun bu durumda?’
Bu eylemlerin her birisinin mizahın malzemesine dönüştürülme çabalarına da tanık olduk yine bu zaman diliminde. Olur bunlar, alıştık.
Yukarıda örneklerini verdiğim tepkiler kadar anlamlı gördüğüm arayışlara işaret eden tepkiler de söz konusuydu.
Sosyal medyada dolaşan bir mektubun görüntüsü geçmişti elime geçen günlerde. Müsaadeniz olursa o mektuptaki ifadeleri tüm samimiyeti ile beraber buraya alıntılamak isterim;
“Sayın Başkanım;
Sizden önce de sizden sonra da devletimize ve bayrağımıza yapılan saldırıları görüyorum.
Nice badireler atlatmış bu milletin ‘söz konusu bayrak ise gerisi teferruattır’ zihniyeti ile birlikte hareket ettiği ve bunun karşılığında şanlı bayrağımızın daima dalgalandığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin payidar kaldığı görülmüştür. Ben de bugün bize yapılan bu saldırı karşısında devletini yaşat ki millet yaşasın ruhuyla kızımın seneye yurtdışı eğitimi için biriktirdiğim 700 Dolar gavur parası ve bir adet tüm altını bana göstereceğiniz bir hesap numarasına göndermek istiyorum. Devletimiz var olursa benim kızım nasıl olsa okur.
(BEN) dersek bu oluyor
(BİZ) dersek TÜRKİYE oluruz.
Saygılarımla”
Metnin sonunda bir imza var ama doğrusu ben mektubu yazanın kim olduğunu okuyamadım. Önemli de değil zaten, herhangi birimiz de yazmış olabilirdik o mektubu, bu toplumda bu duyarlılık hala var.
Yalova’dan isimleri bende mahfuz bir grup arkadaşımızın da eş zamanlı olarak doğrudan Cumhurbaşkanımıza sunmak üzere bir öneri hazırlığında olduklarını öğrendim.
Önerilerine ilişkin oluşturdukları metinde şu ifadelere yer vermişlerdi;
“Sayın Başkanım;
İstirhamımızdır;
Tarihsel süreç içerisinde devlet ve millet birlikteliği ile büyük zorluklardan çok defa çıktığımız gibi yine ve yeniden milletimize ve devletimize yapılan bu ekonomik saldırıya karşı 15 Temmuz’da olduğu gibi milletçe büyük bir söz daha yükseltmek istiyoruz.
Doğrudan başkanlığınıza bağlı, şeffaf, denetlenebilir, kullanım esasları belirlenmiş, karşılık beklemeksizin verilecek meblağlardan oluşacak ‘millet fonu’ adı altında bir fon kurulmasını talep ediyoruz. Milletimizden gönüllülük esasınca bu fonda toplanacak bağışların dünya müstekbirlerinin milletimize açtığı bu ve benzeri savaşlarda, milletimizin bugüne kadar biriktirdiği maddi-manevi tüm değerleri korumak için kullanılmasını istiyoruz.
Bu vesileyle, millet fonuna, en başta şahsınızın, aile efradınızın yapacağı ilk bağışla startın verilmesi, akabinde, siyasi aktörlerin, bürokratların, iş, sanat ve spor dünyası mensuplarının katılımları ve akabinde elbette Türkiye idealine gönül vermiş halkımızın gönüllülük esasınca yapacağı bağışlarla milletimize yeni bir yolun, yeni bir kapının, yeni başlangıcın imkânlarının gösterilmesi arzusundayız.
Allah yar ve yardımcınız olsun.”
Geçen haftaki yazımda ifade ettiğim bir husus vardı, onu buraya alıntılamak isterim;
“Yaşadığımız süreçte devletin olduğu kadar toplumun da üzerine düşen vazifeler var. Bu noktanın da ‘koordine’ edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Devlet-millet ayrılmazlığı bağlamında ikisinden en az birinin vazifesini yeterince yapmaması bizi arzu ettiğimiz sonuca ulaştırmayacaktır.”
Devletin milleti koordine ederek, onlara gönüllülük esasınca katılım sağlayacakları yeni kapılar aralaması, tüm ülkeye bir cep telefonunu balyozla kırmaktan daha fazla getiri sunabilir.
Aslında bu iki küçük örnekte yapılan çağrı, toplanması muhtemel bir meblağdan bağımsız olarak ele alınmalı. Hadisenin, çabanın, düşüncenin bizatihi kendisi önemli. Oluşturacağı etki düzeyi, sağlayacağı dalgalanma ve ennihayetinde ortaya çıkaracağı bereket her şeyden daha önemli.
Fonun nasıl oluşturulacağı, nasıl denetleneceği, fonda toplanan meblağın nasıl kullanılacağı, fon fikrini ortaya atanların ve bu fona destek olacakların dünyalarına yabancı olmamalı. Bir geleneğe yaslanmalı. Mesela; bu fona karşılık beklemeksizin bağışlanacak tutarların kullanımında geleneğimizde önemli bir yeri olan ‘karz-ı hasen’ uygulaması esas alınabilir. Tüm bunlar, üzerinde uzun uzun tartışılması gereken hususlar.
Yazıya alıntıladığım iki, küçük ama örnek oluşturabilecek anlamlı çaba üzerinde düşünmeye değmez mi?
Bence değer…