Geçtiğimiz akşam bir televizyon kanalında dinin en temel kavramlarından biri üzerinden yürüyen tartışmayı uzunca sayılabilecek bir süre izleyince, televizyonlarda bizim camianın yeni görünmeye başladığı yıllara gitti zihnim.
Siyaset sahnesinde Refah Partisi vardı o yıllarda. Refah Partisi’nin cevval hitabet ustaları, vitrininde yer alan isimleri televizyon ekranlarının vazgeçilmezi konumundaydı. Siyaset sahnesinin dışında konuşlanmayı tercih etmiş kimi isimler de söz konusuydu ve bu isimler ekranlarda ‘İslamcı Yazar’ titri ile anılırdı. Ekseriyetle karşılarına oturtulanlar tarafından sıkıştırılmaya çalışılırlar, karikatürize edilmek istenirlerdi.
Camiamızdaki televizyonsuz evlerin televizyonla tanışmalarına hızlandırıcı bir etki yapan bu süreçte, o günlere kadar sınırlı sayıda dergi ve/veya gazeteler ile konferans salonları, kahvehaneler dışında kendilerini ifade etme şansı bulmuşlardı.
Yazıp çizdikleri ya da gittiğimiz düğün salonlarındaki konferanslarında söyledikleri dışında ‘bizimkileri’ televizyonlardan da ayrıca tanıma fırsatımız olmuştu. Maç izler gibi ekran karşısına oturup, hop oturup hop kalkardık. Aslında o esnada ekranda olup biten şey, bizim kendi aramızda konuştuğumuz sıradan hususlarla milyonlarca insanın tanışmasından ibaretti. Ekrana çıkan ‘bizimkiler’ şayet biz olsaydık orada ne söyleyecek idiysek onları söylerlerdi ve bizden kocaman bir aferin alırlardı.
E zaten sıkıştırma alanları belliydi. Atatürk mevzuu, laiklik hususu, dindeki özgürlük kısıtlayıcı olduğunu düşündükleri seçme konular, İslam’da kadın vs vs. Hani bunlara en fazla üç beş konu daha ekleyebilirdiniz o kadar. ‘Bizimkilere’ sorulan sorular hep çalıştıkları yerlerden gelirdi yani.
Burada dikkat çekici nokta, ‘bizimkiler’, istisnalar dışında, farklı düşünüyor olsalar bile birbirleri ile hiç tartışmadılar, tartışmamak için özel bir çaba içerisinde oldular. Zaman zaman kimi ‘usta televizyoncuların’ ‘bizimkileri’ birbirine düşürücü mahiyetteki kurgusal programları bile birbirleri ile usulsüzce tartışmalarına zemin oluşturamadı.
Sonraları bizim kendi televizyon kanallarımız oldu. Bir haber dili üretme çabasına, açık oturum ve tartışma programlarının bizce diyaznına, bize has müzik tınılarına tanıklık ettik bu süreçlerde. Ekranlarda gördük yine ‘bizimkileri’. Oldukça naifçe söyleyeceklerini söylediler ve çekildiler ekranlardan.
Geçtiğimiz akşam televizyon kanalında ‘büyük buluşma’ olarak lanse edilen iki ismin ‘hadis/sünnet’ mevzuu üzerinden yürüttükleri tartışmaya şahit oldum. Tamamen içerikten bağımsız olarak bir şey söyleyecek olursam eğer, şunları evvela söylemem gerektiğini düşünüyorum; ortada tam anlamıyla bir usul problemi vardı.
‘Şu şöyle yaptı’, ‘bu böyle dedi’, ‘mesela şu söylediği hususu örnek vereyim’, ‘tam şöyle bir konuyu filan ele almışken falan devreye girerek…’ gibilerinden cümleler kurma niyetinde de değilim. Çünkü derdim norma ilişkin değil, forma ilişkin.
Form normu dayatır derler. Aklınızda, dilinizde, yedeğinizde var olan normunuzu aktarmak üzere ürettiğiniz form, bir süre sonrasında sizi hiç de ummadığınız bir noktaya sürükleyebilir. Bir de bakmışsınız ki, söyledikleriniz anlamını yitirmiş, sizi izleyenlerin aklında, öfkeniz, salladığınız eliniz kolunuz, ağzınızdan saçılanlar filan kalmış.
Usul asıl kadar önemlidir. Hatta yeri gelir asıldan da önemli hale gelir. Usul olmadan vusul de olmaz. Vusul olmaz ise maksat da hâsıl olmaz.
Eskiden ‘bizimkiler’ dediğimiz koskoca bir camia vardı. Şimdi ‘bizimkiler’ bölüne bölüne yepyeni ‘benimkiler’, ‘seninkiler’ türetildi. İşte o ‘benimkiler’ ve ‘seninkiler’ ‘hepimizin karşısına geçip hiç de farkında olmadılar belki ama ‘bizden’ uzaklaştılar.
Şimdi ben o televizyon programını izledikten sonra, sosyal medyada ya da watsapp gruplarında yazılıp çizilenlere bakıyorum ve ağızda kalan o tuhaf kekremsi tadı yutmaya çabalıyorum saatlerdir. “O haklıydı, bu haklıydı, bravo filana, alkışlar falana, yazıklar olsun ötekine, yuh olsun berikine” cümleleri dışında meselenin asıl rahatsızlık verici yanından bahseden hemen hemen hiçbir ifade ile karşılaşmıyor olmak bir hayli üzüyor insanı. Geçmişin gerilimlerini, çözülememiş tartışma konularını bugüne taşıyarak usulsüzce medyada tartışıyor olmak meydanda derin ve telafisi imkânsız bir kin üretiyor. Bilmem kim ne kadar farkında bunun.
Geçmişten aldım konuyu bilerek. İster istemez nereden nereye diyor insan, nereden nereye…