Her yıl 18 Temmuz başta Güney Afrika olmak üzere Afrika ülkelerinde Mandela günü olarak kutlanıyor. 2013’te hayatını kaybeden Nelson Mandela’nın bu yıl 100. doğum günü aynı zamanda.
Nelson Mandela 1960’larda Güney Afrika’da apartheid olarak bilinen beyazların üstünlüğüne dayalı ayrımcı rejime karşı siyah bir aktivist olarak biliniyordu. 1980’lerde ise tüm dünyanın tanıdığı popülist bir direniş lideri haline geldi. 1990’lı yılların başında müebbet hapis cezasını çektiği Roben adasında ölümü beklerken 27 yıl sonra özgürlüğüne kavuştu. Çoğu kimse yaşlanmış bedeniyle Mandela’nın, eşi Winnie ile sakin bir hayat geçireceğini beklerken, özgürlük mücadelesinin ölünceye kadar devam edeceğini gösterdi.
Hapisten çıktıktan sonra City Hall binasında yaptığı konuşma nasıl bir özgürlük mücadelesi vereceğinin işaretini veriyordu. Mandela Waterfront limanında kendisini bekleyen yüz binlerce Güney Afrikalı ile şehrin İngiltere sömürgesi yıllarından kalmış taş binaya gelmiş ve kendisini dinleyenlere şöyle seslenmişti. “Benim savaşım sadece Mandela’nın özgürlüğe kavuşması için yapılmış değildir, bütün Güney Afrikalılar, özgürlükleri ellerinden alınmış bütün Afrikalılar, beyazlar adına yapılmıştır. Güney Afrikalılar, Filistinliler özgür oluncaya kadar bu mücadelemiz devam edecektir. Beyazın veya siyahın birbirine üstünlüğüne değil, barış içinde yaşaması için yapılacaktır bu özgürlük mücadelesi.”
Mandela’yı diğer Afrika liderlerinden ayıran en büyük özellik mücadelesini affetme üzerine kurmasıdır. Çünkü affetmek cesur insanların intikam almak ise korkakların çabasıdır ona göre.
1994’te Güney Afrika’da apartheid dönem sona ererken Mandela da ilk siyah devlet başkanı seçilmişti. Dünya Mandela’nın nasıl bir politika izleyeceğini merak ediyordu. Bağımsızlık sonrası diğer Afrika liderleri genellikle mücadelesinde birlikte oldukları dava arkadaşları ile bir hükümet kuruyor ve kendi idealleri doğrultusunda yollarına devam ediyordu. Mandela öyle yapmadı. Oluşturduğu kabinede toplumun tüm kesimlerine kucak açtı, beyaz bakanlar atadı, ekonomiyi onlara teslim etti. Güney Afrika’da yüzde 3 oranına sahip Müslümanlara da kabinesinde yer verdi.
Mandela Güney Afrika halkına beraber nasıl yaşayabileceklerini de göstermek istiyordu, bu yüzden sınıflaşmaya maruz bir toplum arasındaki uçurumu kaldırmayı düşünüyordu. Fakat Güney Afrika’daki siyahlar biraz daha sabırsız davranarak yönetimin bütün kademelerini istiyorlardı.
Mandela’nın farklı bir lider olması öngörüsü ve sağduyusu ile ilgilidir biraz da. Apartheid rejiminin kalkmasının yalnız Güney Afrika ile ilgili bir durum olmadığının soğuk savaşın bir sonucu olduğunun da farkındaydı. Yönetimi ve ekonomiyi tecrübesiz devlet geleneği olmayan siyahlara bırakmak hem siyasi hem de ekonomik krizi beraberinde getirebilirdi.
Mandela siyahların da beyazların da gökkuşağı adını verdiği bir ortak toplum anlayışında birleşmelerini arzulamaktaydı. Mandela tecrübeli yetkin beyazları devlete küstürmeden onlardan yararlanma yoluna giderek aynı zamanda siyahların varlığını da onlara kabul ettirdi.
Güney Afrika ile Yeni Zelenda arasındaki rugbi maçında bizzat sahaya giderek tek tek beyaz oyuncuların elini sıktı. Bu el sıkışmanın sembolik bir değeri vardı. O güne kadar Mandela siyah ve melez Güney Afrikalıların lideri kabul edilmekteydi, artık o beyaz Güney Afrikalıların da lideri olmuştu.
Mandela öldüğünde Güney Afrika’nın Cape Town şehrinde yıllarca ırkçı duyguların temsilcisi olmuş XKosa kabilesinden bu özgürlük savaşçısını nasıl sahiplendiklerine onun için gözyaşı döktüklerine şahit oldum.
Mandela, kendisini destekleyen Afrika ülkelerine de sırtını dönmeyerek onlara kucak açmıştı. O siyahlar arasında da yabancı düşmanlığının ortaya çıkabileceğini biliyordu. Bu yüzden sadece Güney Afrikalıları değil Mozambiklileri, Botswanalı, Namibyalı, Zimbabwelileri de ortak bir ruh için birleştirmek istiyordu. Bu yüzden Güney Afrika’nın sadece Güney Afrikalılara ait olmadığını bütün Afrikalıların ülkesi olduğunu göstermek istedi ve ülkesini komşu ülkelere vizesiz olarak açtı. Fakat Mandela sonrası bu süreç iyi yönetilemediği için Güney Afrikalılar arasında Somali, Zimbabwe, Malvilere karşı Zenofobi diyebileceğimiz yabancı düşmanlığı başladı.
Mandela, özgürlükçü ve sosyal adaleti kapsayan bir ekonomi anlayışını savunuyordu. Onun ekonomisinde ne kapitalist bir ekonomi ne de komünist bir politik duruş yoktu. Siyahların kendi ayakları üzerinde durabileceği bir ekonominin geçerli olmasını savunmaktaydı. Mandela’nın bu düşü gerçekleşemedi. Ekonomide Güney Afrika zenginleşmesine rağmen istenilen sosyal adalet yerine gelmedi. Hala bugün alt yapıdan yoksun baraka evlerde yaşayan yüzbinlerce siyah var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ının Güney Afrika ziyareti
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk Afrika gezisini Güney Afrika’dan başlatması manidar. Bu Cumhurbaşkanımızın Afrika, özellikle de Güney Afrika’ya ne kadar önem verdiğinin yakın zamanda iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da artacağının göstergesidir.
Güney Afrika, Afrika kıtasının en önemli ülkesi olup özellikle hinterlandı olan 10 Afrika ülkesine giriş kapısıdır. Afrika ülkeleri ile ilişkileri artırmanın yolu Güney Afrika köprüsünü kullanmaktan geçmektedir.
İki ülke arasında ortak refleksler var olup, her iki ülkenin dünya sistemine Filistin konusunda benzer politikaları vardır. İki ülke arasında ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal ilişkilerin artması Güney Afrika ve Türkiye toplumunun da faydasına olacaktır.
Türkiye’nin Güney Afrika’da iş adamları, basını ve devlet kurumları ile daha güçlü bir şekilde temsil edilmesi gerekiyor. Güney Afrika’da yaklaşık 2 milyona yakın ekonomi ve siyasette etkili olan Müslüman var. Bu Müslümanlar Türkiye’nin oradaki sesidir. Osmanlı alimi Ebubekir Efendi’nin yıllar önce iki ülke arasında kurduğu köprü, Cumhurbaşkanımızın ziyareti ile yeni bir ivme kazanacaktır.