Gençler hatırlamaz ama bizim neslin aşina olduğu yabancı dildeki şarkılardan biri de Urduca’ydı: “Çok yaşa Pakistan” anlamına gelen, Urduca “Cive Pakistan” şarkısı. Cumhurbaşkanı’nın Pakistan ziyareti bana o şarkıyı hatırlattı. Tabii, “Kardeş ve dost ülke Pakistan” yılları hızla geçti, şarkı unutuldu, Urduca soğudu. Hatta Urduca bayağı soğudu.
Halbuki Urduca, seksen milyon civarında insanın konuştuğu bir dil. Hatta Urduca’yı ikinci dil olarak konuşanları da katarsak bu sayı ikiye katlanıyor.
Buna mukabil, memleketteki üç Urdu Dili ve Edebiyatı bölümünde mastır ve doktora yapma imkanı, burada izah etmesi uzun sürecek bazı teknik gerekçelerle, giderek tükeniyor. Bunun Türkçesi şu: Urduca’nın öğretimine devletçe pek bir önem vermiyoruz.
Bir dilin önemini tek başına, o dili konuşanların sayısının belirlemeyeceğinin farkındayım. Bir dilin “stratejik dil” sayılabilmesi için, kelle hesabı yapmanın çok ötesinde, o dilde yapılan edebiyatın, bilimin, siyasetin hesaba katılması gerektiğinin de şuurundayım. Ama işte, Pakistan’dan bahsediyoruz, ötesi var mı?
Urduca’nın hemen yanına Malayca’yı koymak isterim müsaadenizle. Otuz milyonluk Malezya’nın dilini. Ülkemizdeki Malay Dili ve Edebiyatı Bölümleri de can çekişiyor. Özellikle muhalif medyanın, vakti zamanında Ahmet Davutoğlu’nun üzerinden yürüttüğü “Türkiye Malezyalılaşıyor” kampanyasının olumsuz etkileri sebebiyle, ülkemizdeki Malay Dili ve Edebiyatı bölümleri de kapanmanın eşiğinde.
Şaka tabii ki. Ülkemizde Malay Dili ve Edebiyatı bölümleri kapanamaz. Çünkü böyle bir bölüm hiç açılmadı.
Neyse Allah’tan, dünyada en büyük Müslüman nüfusun yaşadığı ülke olan Endonezya’nın yaygın dili olan Cava Dili’ni öğreten bölümleri de kapatmaya gerek kalmayacak, tamamen aynı gerekçeyle, yani böyle bir bölüm hiç açılmamış olduğu için.
Endonezya’nın resmi dili Endonezce, aslında Malayca’nın akrabasıymış. İkisi arasındaki farklar, birini bilenin diğerini anlamasına mani olmayacak kadar küçükmüş. Rakamlarla aram felakettir ama kendimi alamıyorum: Malayca ya da Endonezce bilen birinin iki yüz, iki yüz elli milyonluk bir “Müslüman” kitleyle anlaşması mümkün oluyor.
Dedim ya kendimi alamıyorum: Ülkemizde üç “Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı”, iki “Gürcü Dili ve Edebiyatı” bölümü var. Bir iki örnek daha: Birer tane de “Leh Dili ve Edebiyatı”, “Polonya Dili ve Kültürü”, “Bulgar Dili ve Edebiyatı”, “Kore Dili ve Edebiyatı”, “Hungaroloji” bölümlerimiz var.
Bu bölümlerin adlarına, yaygın ve popüler diller dışındakilerden örnekler ararken rastladım. Daha böyle birçok bölüm var yani.
Ve elbette bu bölümleri hedef göstermek gibi saçma sapan bir şey yapacak kadar delirmedim. Devletin, “stratejik dil” kabul ettiği bütün dillerin öğretimine yatırım yapmasından daha doğru bir şey olamaz. Benim merak ettiğim, dünyadaki Müslüman nüfusun dörtte birine tekabül eden bir kitlenin konuştuğu bu iki dilin (Urduca ve Malayca) stratejik sayılabilmesi için daha nelerin gerektiği?
Bu iki dilin Türkçeyle bir kader ortaklığı da var ayrıca. Urduca da, Malayca da, tıpkı Türkçe gibi birer İslamlaşma dili. Varlıklarını İslam’a borçlular ve bu diller, onları konuşan milletlerin tarih içindeki Müslümanlaşmalarının en yakın şahitleri olmuşlar. Bizdeki Yunus Emre’nin, Süleyman Çelebi’nin Türkçe’de yaptığını, üç aşağı beş yukarı aynı tarihlerde o dillerde yapan arif ve zarif şairleri de elhak mevcut.
Hülasa: Efendiler! İslam dillerini öğrenelim, öğretelim. Endonezya hakkında eli yüzü düzgün bir şey okumak gerekince, sular seller gibi Malayca bilen Hollandalı sosyal bilimcilere ya da Urduca rüya görebilen İngiliz oryantalistlere başvurmak zorunda kalmayalım.