Mahalle kimlere emanet

İmam Rabbani’nin mücadelesi söz konusu olduğunda, vurgu hemen her zaman kendi zamanındaki nevzuhur bir din girişimine kayar. “Din-i ilahi” olarak da adlandırılan bu din, özellikle Hind dinlerinden alınan bazı umdelerin İslam’la karıştırılmasıyla türetilmişti.

İmam Rabbani hazretleri, bu türedi ve eklektik dinin yapacağı tahribatı çok önceden görmüş ve bu uğurda, hapis hayatını da göze aldığı bir mücadele vermişti.

Büyük müceddid, ibadetlerin tahrifi, yeni kutsal günlerin ihdas edilmesi, içki ve domuz etinin haram sayılmamaya başlanması, selamlaşmanın ve ezanın sözlerine kadar müdahale edilmesi gibi birçok bidatle mücadele etmişti. Bununla birlikte onun mücadelesini salt kelami ve fıkhi bir mücadeleye indirgememek gerekir. Niçin?

Bu kısmı daha az bilinir ama İmam Rabbani hazretleri, sosyal tabakalar arasında eşraf tabakasının göz ardı edilmesini, Ekber Şah’la birlikte başlayan yeni dini harekette, eşraf sınıfının itibarsızlaştırılmasını da mücadelesinin ağırlık noktalarından biri olarak belirlemişti. Hindistan’a dışarıdan gelmiş ve büyük oranda İslam’ın tebliği, talimi gibi hususlarda söz sahibi olan bu eşraf sınıfı, Ekber Şah’ın yeni din politikası sebebiyle eski ağırlığını kaybetmekteydi. İşte kendisi de bir eşraf ailesi mensubu olan İmam Rabbani, buna karşı çıkıyordu.

İmam Rabbani’nin bu tutumu, ailevi ya da sınıfsal bir asabiyetten doğuyor değildi.  Onun için eşrafın savunması, saf İslam’ın savunmasından bağımsız değildi. Çünkü onun zihninde din, soyut, kitabi, teorik bir zihniyet meselesi ya da bir ideoloji değil, canlı ve insana merbut bir hayat olarak vücut bulmuştu. Eşraf, taşıdığı geleneksel roller, nesiller boyunca biriktirdiği, geliştirdiği ve aktardığı müktesebat ve tecrübeyle, benzersiz bir örneklik teşkil etmekteydi. Dinden neşet eden teorik çerçevenin, yaşanır, gözlemlenebilir ve denetlenebilir hale gelmesini, kısaca ete-kemiğe bürünmesini sağlayan vasattı. Bu tahrip edildiğinde, dinin nesiller boyunca uygulana uygulana ulaştığı çözümlemeler, hayat önerileri, gündelik hayat stratejileri de tahrip edilmiş olacaktı (Bambaşka bir yazının konusu ama Neo-Selefi telakkinin temel zihniyet sorunu da bu insansız, vasatsız, zamanın getirdiği değişimlerle hesaplaşarak olgunlaşmamış ve dolayısıyla pür kitabi olan bir din algısını dinin kendisi olarak takdir ve takdim etmesinden kaynaklanıyor).

Eşraf kimdir sorusuna verilebilecek cevap uzar gider. Ama Müslüman sokağının, Müslüman mahallesinin, giderek Müslüman şehrinin üst aklını oluşturan, ilmin, irfanın, tecrübenin ve hatta maddi birikimin birlikte temsil edildiği bir insani vasat olduğunu söyleyebiliriz. Sadece zenginlerden değil, sadece bilginlerden değil, sadece kanaat önderlerinden değil, sadece yaşlılardan değil, bunların tamamından mensupların temsil edildiği bir vasat.

Bir örnekcik: Tire’deki bir dergahla ilgili araştırma yaparken, dergah şeyhi olarak Muhammed Rihali Efendi’nin tayinini onaylayan bir arşiv belgesine rastlamıştım. Buna göre Tire’den bir heyet, kendi gözlemleri, imtihanları ve intibaları neticesinde, Rihali Efendi’nin posta oturmasını uygun bulduklarını söylemekteydi. Heyeti oluşturan isimler şunlardı: Şeyhzade Mehmed Saîd Efendi b. Ahmed, Yorgancızâde Hafız Şakir Efendi b. el-Hac Hüseyin, Kocabaşzade el-Hac Ahmed b. Ahmed, birinci sınıf dava vekillerinden Karcı İbrahim Efendi b. Dekir Ahmed, vükelâ-i deavîden Mehmed Tahir Efendi b. İsmail, sabık Rüşdiye Mektebi muallim-i sânisi Bekir Efendi b. Abdullah, İlhânîzade Ahmed Efendi b. Muhammed, Kerleyenzâde Şerîf Ali Ağa b. el-Hac Ali, Uşşâkî meşayihinden Hüseyin Sâdık Dede b. Mustafa, Arab Şeyh Selim Efendi b. Dekir Mustafa, uncu esnafından el-Hac Şaban Ağa b. Abdullah, Hacıkadızâde Ahmed Efendi b. Mehmed, doğramacı Hafız İbrahim Efendi b. Abdurrahman.

Görüldüğü gibi liste şeyhlerden, alimlerden, bürokratlardan, esnaftan, zanaatkarlardan oluşuyor. İşte Müslüman kasabasının eşrafı budur.

Eşraf, faziletin, ilmin, irfanın, sağduyunun temsilcisiydi. Parayla, diplomayla, Ankara’daki nüfuzlu tanıdıklarla satın alınamayan bir göreneği, bir görgüyü temsil ederdi. Tüketimin değil eli açıklığın, rekabetin değil dostluğun, eyyamcılığın değil ölçülü davranışın adamıydı. Servet tevarüsüyle değil, gelenek ve irfan tevarüsüyle zenginleşirdi.

Peki, bunca muhafazakarlaşmaya, bunca zenginleşmeye, bunca diplomaya karşın, eşrafımıza ne oldu? Yeni bir eşraf çıkartabildik mi? Mahalle kimlere emanet? Bu soruların peşine düşmemiz gerekiyor.