Lozan tedirginleri

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Lozan’ın bir zafer olarak yutturulmaya çalışıldığını, oysaki Türkiye’nin burnunun dibindeki adaların Yunanistan’a verilmesine neden olduğunu söylemesi, Yunanistan yöneticileriyle, içerideki ölümüne Milli Şefçilerin ve Batı muhiplerinin uykularını kaçırdı.

Yunanistan’da hatırlı gazetelerin manşetine oturan konuyu, Yunanistan Cumhurbaşkanı Pavlopulos, Lozan Antlaşması’nın uluslararası hukukun ayrılmaz bir parçası olduğunu söyledikten sonra, kendi son sınırının aynı zamanda AB’nin de son sınırı olduğunu belirterek Türkiye’ye gözdağı verdi.

Başbakan Tsipras, konuyu doğrudan Lozan’dan bugüne kadar çözülemeyen kıta sahanlığı sorunuyla ilişkilendirerek, tehlikeli çıkışlardan kaçınmak gerektiğini söyleyip, bölgedeki barış ve istikrarın korunmasına özen gösterilmesini istedi.

Yunanistan Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları, uluslararası siyasete daha uygun bir dille açıklamalarda bulunurken, ana muhalefet partisi ND ile PASOK Partisi iç siyasetin nabzına şerbet kabilinden, çok sert açıklamalarda bulundular.

Bu bilgileri “haber diliyle” yani yorumsuz olarak vermemin nedeni, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilgili sözlerinin Yunanistan yöneticilerinde neden olduğu tedirginliğin boyutunu daha iyi iletmek ve neden onları rahatsız ettiğinin iyi anlaşılmasını sağlamak içindir.

Çünkü bugünkü Yunanistan, varlığı Lozan antlaşmasına bağlı olan devletlerin başında gelmektedir. Lozan öncesinde halkının yarıdan fazlası Müslüman olan bu bölge, Batı’nın Antik Yunan’a olan sevgi ve vefası nedeniyle, Müslümanlardan boşaltılarak Yunanlara hediye edilmiştir. Bu manada Yunanların Güney İtalya’daki kültür miraslarını korumanın, asıl sahiplerine geri vermenin hiç bir önemi yoktur. Önemli olan, ilgili bölgenin Türk idaresinden kurtarılması ve nüfusları tükenmekte olan Yunanların tarih sahnesine yeniden çıkarılmalarıdır.

Yunanistan yöneticileri bunun bilincinde olduklarından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın içeriye mahsus (uluslararası yeni hak arayışını ima bile etmeyen) bir yanlış bilgiyi tashih etmesine bile tahammül edemediler.

Zikrettiğim bağlamda, onların tepkisini ve uykularının kaçmasını anlamak kolay iken, bizdeki Milli Şefçilerin ve Batı muhiplerinin aynı sonuca uğramalarını anlamak hiç de kolay değildir.
Yunanistan’da ND ve PASOK partileri, kendi yöneticilerine destek veren açıklamalar yaparken, bizde CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, her konuya maydanoz olmak için can atan CHP milletvekilleri ve malum medyanın tümü, bir koro halinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinden dolayı neredeyse Yunanistan’dan özür dileyecek bir pozisyona oturdular.

Kılıçdaroğlu, adeta ajanslar geç iletirler korkusuyla kendi sosyal medya hesabından telaş telaşa “Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nın, devletin kuruluşunda büyük katkısı olan bir antlaşmayı zafer olarak görmemesi kabul edilemez. Bu asil millet Lozan zaferine giden yolda gözünü kırpmadan canını feda etmeseydi, şimdi senin Cumhurbaşkanı olduğun bir ülke de olmayacaktı” derken, CHP Ankara Milletvekili Gülsün Bilgehan da (ki kendileri aynı zamanda İnönü’nün torunudur), genel başkanıyla telaşta yarışırcasına, “Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedidir, imzalayanlar için de bir onur belgesidir” şeklinde bir açıklamada bulundu.

Yunanlarla, Kılıçdaroğlu ve mezkur milletvekilinin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerine, aynı yönden tepki vermedikleri, çok farklı içeriklerden hareket ettikleri ise dikkatlerden kaçmadı.
Şöyle ki, Yunanlar, Lozan’la elde ettikleri devletin kaygısına düşerlerken, CHP’liler Lozan’da Osmanlı topraklarının paylaştırılmasını seyretmekten öte, İsmet İnönü’nün, yeni Türkiye’ye biçilen uluslararası rolün ve buna uygun bir yönetimin taşeronluğunu üstlenmesinin sorgulamaya açılmasından tedirgin oldular.

Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zikredilen tashihi yapması, CHP’nin “devlet kuran parti olma” övüncünü boşa çıkarmakla kalmadı, CHP’nin dünden bugüne işlettiği ve halen de ısrarla sürdürülmesini talep ettiği yönetim sisteminin, tek kelimeyle “dayatma” olduğunu gözler önüne serdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem Yunanların hem de içerideki gaflet ehlinin tepkilerine cevabı da içkin olan şu yeni açıklamayla, ilgili konuyu bir üst aşamaya, diğer bir söyleyişle, tarihin doğru katına taşıdı:

“1914 yılında 2.5 milyon metrekare olan topraklarımızın büyüklüğü, 9 yıl sonra Lozan’ı imzaladığımızda, daha sonra katılan Hatay’la birlikte 780 bin metrekare düşmüştür. Kurtuluş Savaşı’na girerken hedefimiz Misak-ı Milli sınırlarımıza sahip çıkmaktı. Maalesef koruyamadık. Dönemin şartları itibariyle bu durumu mazur görenler, göstermeye çalışabilir. Bu yaklaşımı bir yere kadar mazur görmek mümkündür. Asıl vahimi bu durumu esas olarak kabul edip, kendimizi tamamen bu kabuğun içine hapsetme anlayışıdır. Biz işte bu anlayışı kabul etmiyoruz. Türkiye’yi bu kısır döngüye hapsedenlerin amacı, Selçuklu ve Osmanlı geçmişini bize unutturmaktır. 2016 yılında 1923’ün psikolojisi ile hareket edemeyiz. Bunda ısrar etmek ülkeye ve millete yapılacak en büyük haksızlıktır. Dünyada her şey değişirken, biz o tarihteki konumumuzu korumayı başarı olarak göremeyiz.”

Cumhurbaşkanı’nın, bölgemizde yaşanan ve ucu mutlaka ve mutlaka Türkiye’ye değen mevcut sorunlara, Türkiye’nin neden müdahil olması gerektiğini beyan ve dolayısıyla kendi halkını bilgilendirme ve bilinçlendirme tahtında yaptığı bu açıklamaların, ırkçılıkla, serüven aramakla, savaş talepleriyle herhangi bir ilgisi yoktur.

Ancak, Osmanlıyı parçalayanların, topraklarını mal bulmuş Mağribiler gibi paylaşanların ve bunlara şu ya da bu etkiyle, şu ya da bu kazanç mülahazasıyla göz yumanların mirasları üzerinde şunca yıldır yan gelip yatanların Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinden rahatsız olmaları çok normaldir.