Küstah, saygısızca davranan ve böyle davrandığını bile bile pişkinlik gösteren, terbiyesiz, edepsiz… demek.
Ferdi ve kurumsal olarak, iki türü var küstahlığın. İlki, yozluktan, yobazlıktan, görgüsüzlükten, edep yokluğundan, ikincisi açgözlülükten, sömürme hırsından, kendi çıkarlarını her şeyin önüne almaktan kaynaklanıyor.
İlginç olan, iki durumun da sürekli olarak birbirini beslemesidir. Öyle ya kurumsal dediğimiz yapının kurucusu ve yürütücüsü de insan olduğuna göre, onun sergilediği küstahlık da, bir küstahlar topluluğunun ortak fiili olarak görünürlüğe çıkıyor.
Biz bu küstah güce, koskoca bir imparatorluğu feda ettik. Aslında, onu feda edersek, elini yakamızdan çekeceğini zannettik. Ama tam tersi oldu. Bizim vatanımızı bize bağışlama edasıyla bizleri Anadolu topraklarına sıkıştıran güç, kültürde, ahlakta, inançta, yaşayışta da kendisi gibi olmamızı dayattı; “kendini kendinizi yönetiyormuş gibi yapınız, ancak size dayattığım şu anayasal esasların değişikliğini bile teklif etmeyiniz” emriyle, bugünkü ve yarınki yaşayışımıza da bir sınır çizdi.
Hatta öyle ki, Lozan vb. kaderimizi doğrudan etkileyen antlaşmaları sorgulama ihtimalimize karşı, içimizden “nereden çıktı şimdi bu Lozan tartışması?” sorusunu soracak kadar aymazlaşan, onların bilinen ve bilinmeyen bütün küstahlıklarını halının altına süpürmekle görevli bir güruhu bile yetiştirdi.
Onların belirlediği hizadan saparsak, bizi bunlarla hizaya getirebilmenin rahatlığı içinde İslam topraklarını yeniden biçimlendirmeye yöneldi.
Sudan’ı ikiye böldü. Petrol yataklarının bulunduğu Kuzey Sudan’ı kendi dindaşlarına teslim ederken, Güney Sudan Müslümanlarını, aranan teröristler listesinin başına ekledi.
“Arap Baharı”yla kendi kendilerini yönetme umutları kabaran Tunus halkına, devrim, direniş, özgürlük klişeleriyle bir parmak bal tattırırken, bu sayede varlığından emin olduğu potansiyel isyanı bastırabilecek yeni bir yapı kurdu.
Libya halkını despotizme, deli yöneticilere itiraz adına önce isyana teşvik etti, ardından kabile savaşlarını başlatarak, birbirlerini öldürmeye yöneltti.
Küstah gücün Mısır’da yaptıkları ise, olumsuz sonuçları hala devam eden kahredici uygulamalar olarak zihinlere kazındı. İsrail ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle, Müslümanların eline geçmesi tehlikesi bulunan yönetim, küstah güçlerin en büyüğü tarafından, yeminli uşaklarının ellerine teslim edildi. Binlerce Müslümanın hapishanelerden yükselen feryadı, ümmetin genel feryadı içinde küçültülerek kulaklardan uzaklaştırıldı.
Bereketli hilaldeki halklar, kendi içlerinden seçilenler mahsus kurulan terör örgütleriyle, korkuya, belirsizliğe, geleceksizliğe mahkum edildi. Bugün DAEŞ başta gelmek üzere, PKK’sından PYD’sine hangisinin üstünü kazısanız altından küstah gücün çıktığı o örgütlere göre üretilen danışıklı savaşla bölge kan gölüne döndürüldü.
Halkına barış getirmek safsatasıyla işgal edilen Irak, bir buçuk milyon insanın cesetleri üzerine kurulan muz yönetimiyle, zincir gerginliği küstah gücün kontrol ettiği bir köpek olarak, yine onun çıkarları adına komşu ülkelere karşı havlatılmaya şartlandırıldı.
Yemen, devrimciliği, savaşları ülkesinin dışında tutmak olarak anlayan, özü itibariyle nifakçı, politikası itibariyle pür yararcı İran’ın pazarlık nesnesi olarak yıkıma uğratıldı.
Dünyanın öteki ucundan gelip, kendilerini taraf olarak konumlandıranların karşılıklı peşrevleriyle, küçük ayak oyunlarıyla ateşin içine attıkları Suriye’nin hali ise ortadadır. Milyonlarca insan Batı kapılarında sığınacak güvenli mekanlar ararken, yerlerinde kalanlar, içinde bulundukları şehirlerle birlikte yok olmaya, kan ve göz yaşına maruz bırakıldı.
15 Temmuz başarısız darbe girişiminin bizdeki etkileri ve devam eden sonuçları ise malumdur. Darbe için, çiçek çocuklarını gözü dönmüş katiller olarak milletine ve devletine karşı seferber eden bir bunağın, küstah güç tarafından nasıl beslendiği, palazlandırıldığı, sevk ve idare edildiği tüm açıklığıyla ortadadır.
Ve halen kaba güç, canının istediği yere bomba yağdırıp, ardından “bir yanlışlık oldu, kusura bakmayın” deme pişkinliğiyle; kendi elleriyle kurup, kendi çıkarları doğrultusunda tahkim ettiği terör örgütlerini, başarısız darbeyi başarıya ulaştırmak için üstümüze salıp, ardından “stratejik müttefiklik” edaları içinde, gizli ve açık bir surette yönettiği muz devletlerini bize karşı kışkırtıp, işlerini kendi bildiğince, pervasızca, fütursuzca yürütmeye çalışıyor.
Gözlerimizin içine baka baka yalan söylüyor, cinayetler işliyor, şehirler yıkıyor, yeni müttefikler yaratıyor, ittifak bozuyor ve esasları, sonuçları hiç değişmeyecek şekilde küstahlığını sergilemeye devam ediyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dünden bugüne ısrarla, “Binlerce, on binlerce kilometre öteden gelip Irak’a girenler bu dünyada haklı oluyorsa, biz 910 kilometre sınırımız olan Suriye’de eli bağlı, tribünde seyirci olamayız. Gereği neyse bunu yapmamız lazım ve yaparız” dediğinde ise kıyamet kopuyor.
Önce küstah gücün içimizdeki beslemeleri, telaş telaşa bir itiraz içinde “aman, böyle şeyleri hiç söylemeyin, ille de söyleyecekseniz başkalarının duymayacağı şekilde söyleyin ki, Irak, Mısır, Suriye gibi bizi de cezalandırmasınlar” teraneleriyle içimize korku düşürmeye çalışırken, küstah gücün bizzat kendisi de “sizin tüm düşmanlarınız bizim dostumuzdur; bu tercihimiz stratejik müttefikliğimize engel değildir” yılışıklığıyla, eski düzenlerini sürebileceklerini sürdürebileceklerini zannediyorlar.
Kimdir bu küstah güç derseniz?
Sayılarının çokluğuna rağmen, niyetlerindeki, amaçlarındaki ve fiillerindeki benzerlikleri ve İslam’a karşı müşterek düşmanlıklarıyla onları tekil olarak ifade ediyoruz.
Onlar İngiltere başta gelmek üzere, ABD’dir, İsrail’dir, Fransa’dır, Almanya’dır, Rusya’dır.
Devletin, politika gereği onlarla yakınlaşması, uzaklaşması, ittifaklar kurup bozması kendi içinde doğaldır.
Milletimiz açısındansa hüküm dün neyse bugün öyledir, yarın da öyle olacaktır.
Bunların topu küstah güçtür!