Kürsü işgali düşmanlıktır

Kürsü neye tekabül eder ve ifade özgürlüğü nedir sorularının cevabı üzerinde biraz kafa yorma zamanı olsa gerek. Zira geçtiğimiz hafta içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaşanan kürsü işgali sonrasında yaşananlar asıl sorunun anlaşılmasını engellemiş görünüyor.

İfade özgürlüğü hemen herkesin sıklıkla kullandığı bir kavramdır. Mesela bir milletvekili kürsüye Cumhuriyet gazetesinin Mit tırları ile ilgili nüshasıyla çıkıp bunun bir ifade özgürlüğü olduğunu söyleyerek bundan korkulmaması gerektiğini söyledi geçtiğimiz Perşembe günü. Hemen her CHP milletvekili, gördükleri her kamera ve mikrofona ifade özgürlüğü nutukları atıyor. Yıllardır dikkat ederim bu cenahta bu husus üzerine cümle kuran hemen herkes kendi cephelerinden örneklerden hareket eder. Aslında dile getirilen ‘bizimkilerin ifade özgürlüğü’ meselesidir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden tutun da hemen her devletin anayasasına kadar girmiş olan bu hakkın varlığını kimse inkâr ediyor değildir. Doğu Türkistanlıların kendilerini ifade edebildikleri tüm mecralarda zulüm mekanizmasını acımasızca işleten Çin Halk Cumhuriyeti anayasasında bile “Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşları ifâde, basın, birleşme, ortaklaşma, ilerleme ve gösterme özgürlüğünden zevk alır.” şeklinde yer bulur. İfade özgürlüğünü ‘zevk’ düzeyine taşıyan Çin’in yapıp ettikleri değil elbette mevzumuz. Konuyu bir yere getirmek için güzel bir örnek olduğu için yazıma konu etmiş bulunuyorum.

Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 19. ve 20. Maddeleri ifade özgürlüğü hususu ile ilgilidir.

Şöyle der ilgili sözleşme;

Madde 19- İfade özgürlüğü

1. Herkesin, bir müdahale ile karşılaşmaksızın fikirlere sahip olma hakkı vardır.

2. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir; bu hak bir kimsenin ülke hudutlarıyla sınırlamaksızın sözlü, yazılı veya basılı veya sanatsal ürün şeklinde veya kendi tercih ettiği başka bir iletişim vasıtasıyla her türlü bilgi ve düşünceyi arama, edinme ve ulaştırma özgürlüğünü de içerir.

3. Bu maddenin ikinci fıkrasındaki haklar özel bir ödev ve sorumlulukla kullanılır. Bu nedenle bu hak, sadece hukuken öngörülen ve aşağıdaki sebeplerle gerekli olan sınırlamalara tabi tutulabilir:

a) Başkalarının haklarına ve itibarına saygı;
b) Ulusal güvenliği veya kamu düzenini (order public) veya sağlık ve ahlakı koruma.

Madde 20- Savaş propagandası ve düşmanlığı savunma yasağı

1. Her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır.

2. Ayrımcılığa, kin ve nefrete veya şiddete tahrik eden her hangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından yasaklanır.

Görüldüğü gibi, bu sözleşmede ifade özgürlüğünün hangi hallerde sınırlanabileceği izah edilmiştir. Başkalarının hakları ve itibarına saygının aşılma eşiğinin tespiti, ulusal güvenlik ve kamu düzeninin, sağlığının ve ahlakının hangi durumda bozulduğunun kararı meşru ve egemen devletlerin kararına bırakılmıştır. Çünkü ilgili sözleşme devletlerce kabul edilmiş ve imza altına alınmıştır.

Elbette ki, devletlerin bu hususta verdiği kararlar tartışılabilir, tartışılmalıdır da. Ve bu tartışma yine ifade özgürlüğünün sınırları çerçevesinde yapılmak zorundadır.

Meseleyi devletler düzeyinden çıkartıp kişisel alana taşıyarak mevzuyu ‘kürsü’ metaforu ile izah edecek olursak şunları söyleyebiliriz;

Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan görüşmeler ve oylamalar esnasında, daha evvel başörtülü milletvekili Merve Kavakçı’nın kürsüyü kullanmasının önüne geçmek için uygulanmış bir işgal girişimine tanık olduk. Üstelik bu ‘milletin kürsüsüne sahip çıkıyoruz’ gibi bir sahtekârlıkla yapıldı.

Kürsü, Türk Dil Kurumu Güncel Sözlüğünde “kalabalığa karşı konuşma yapanların önünde bulunan yüksekçe yer” şeklinde tanımlanır. Yani bir insanın düşüncelerini ‘ifade’ edebilmek için kullandığı yerin adıdır. Herkesin yönü kürsüye dönüktür ve hatip kürsüye gelerek kürsünün önünde kürsüye odaklanmış olanlara karşı yüzünü dönerek kendisini ‘ifade’ eder.

‘İfade’ kelimesi ise, ‘anlatım’, ‘deyiş, söyleyiş’, ‘bir duyguyu, düşünceyi yüz aracılığıyla anlatan belirtilerin, mimiklerin bütünü’, ‘sözlü açıklama’ ya da felsefi anlamda tanımlayacak olursak ‘dışa vurum’ olarak tanımlanabilir.

İşte hakkın kullanımı burada devreye girer. Hak kullanılır, bu hakkın kullanımı esnasında bir ‘sınır aşımı’ varsa orada devreye hukuk girer, eşkıyalık değil.

Öyleyse bu noktada sorulması gereken soru şudur; ‘kürsü işgali’ ne anlama gelir?

Kürsü işgal etmek, halkın diline kilit vurmaktır.

Kürsü işgal etmek, zorbalıktır.

Kürsü işgal etmek, başkalarının haklarına ve itibarına saygısızlıktır.

Kürsü işgal etmek, ayrımcılık yapmaktır.

Kürsü işgal etmek, kin, nefret ve şiddet üretmektir.

Kürsü işgal etmek, düşmanlık gösterisidir.

Kürsü işgal etmek, ifade özgürlüğünü gasp etmektir.

Kürsü işgal etmek bu güruhun mayasında var. Biraz hafızamızı zorlayacak olursak mezuniyet törenlerinde konuşturulmayan, ağzı kapatılarak kürsüden indirilen, aldığı ödülü almak için kürsüye çıkan fakat ağlatılarak kürsüden indirilen gençler gelecektir aklımıza.

Bir yandan, elinize aldığınız gazete nüshalarıyla, savcılık mütalaalarıyla, sosyal medyadan edinilen materyallerle ifade özgürlüğünden dem vurarak ağzınızdan çıkan köpükler eşliğinde acımasızca cümleler kuracaksınız, diğer yandan, milletin kendisini ifade ettiği sembolik değeri haiz ‘kürsüyü’ işgaline yelteneceksiniz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu derler adama.

Kürsü işgalcilerine karşı ayağa kalkarak harekete geçen tüm milletvekilleri saygın bir iş yapmışlardır. Ve bana kalırsa kürsüyü işgalcilerden kurtarmak ifade özgürlüğüne sahip çıkmaktır.