27 Aralık 2017’de Meşhed’te başlayıp, Kirmanşah, Senendec, Kum, Şiraz ve daha birkaç küçük şehre yayılan gösteriler, Trump, Netanyahu ve Suudi Arabistan’ın veliaht prensi Muhammed bin Salman tarafından alkışla desteklendiğinde, İran’da asıl kaybedenlerin bunlar olacağı da daha baştan anlaşılmıştı.
Çünkü Trump ve Netanyahu’nun inanç farkı, Salman’ın ise dini yegane istismar aracı olarak bilmesi nedeniyle, İran’da, kendiliğinden harekete geçecek ve dolayısıyla varlıkları söz konusu krizlerde daha belirgin olarak ortaya çıkabilecek değerler hiyerarşisini doğru görmeleri ve anlamaları mümkün değildi.
Bunun ilk örneği Ocak 1978’de tahakkuk etmişti.
Şah yanlısı İttilaat gazetesi, doğrudan Humeyni’nin şahsını yıpratmayı hedef alırsa, güya halkı aydınlatacağını ve bu sayede devrimin ayak seslerini yükselmeden susturacağını sanmıştı.
Humeyni’yi feodalizm, emperyalizm ve komünizmle işbirliği yapan bir “kara irticacı” olarak suçlayan o gazete, freni tutturamayıp, onun gençliğinde şarap ve tasavvuf şiirleriyle dolu hovardaca bir hayat sürdüğünü, dedesinin Keşmirli olduğunu, asıl akrabalarının da halen Hint’te bulunduğunu yazıvermişti.
Hakkaniyet sahibi bir tarihçi olmasa da, Ervand Abrahamian’ın yıllar sonra bu konuya ilişkin olarak, “Tarihte aptallığın rolünü asla küçümsememek gerekir” kaydıyla yaptığı değerlendirme şöyledir:
Zikredilen yazının yayınlanmasından “Sonraki iki gün Kum’daki medrese öğrencileri yerli pazarcıları kepenk indirmeye ikna edip, yaşlı din adamlarının, özellikle de Büyük Ayetullah Şeriatmedari’nin desteğini almaya çalışarak sokakları ele geçirdiler ve sonunda polis karakoluna yürüyerek güvenlik güçleriyle çatıştılar. Devletin tahminlerine göre bu ‘trajedi’ iki cana mal olmuştu. Muhalefetse ‘katliamda’ 70 ölü, 500 yaralı olduğunu tahmin etmişti. (…) Çatışmanın ertesinde rejim, medrese öğrencilerinin protestosunun nedeninin Şah Rıza’nın kadınların peçesini yasaklamasının yıldönümü olduğunu ileri sürdü. Oysa medreselerin gönderdiği dilekçelerde bu yıldönümünün adı bile geçmiyordu. Onların istediği başyazı için özür dilenmesi, siyasi mahkumların serbest bırakılması, Humeyni’nin geri dönmesi, Fevziye Medresesi’nin yeniden açılması, Tahran’daki üniversite öğrencilerine yönelik fiziksel saldırılara son verilmesi, başta basın özgürlüğü olmak üzere ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, emperyalist devletlerle bağın koparılması, tarımın desteklenmesi ve Diriliş Partisi’nin derhal kapatılmasıydı. 1978 boyunca başlıca talepleri bunlardı. Kum’da yaşanan olaydan hemen sonra Şeriatmedari halktan ölenlerin kırkı çıkana dek işbaşı yapmamalarını ve camiye namaza gitmemelerini istedi.” (Modern İran Tarihi, çev.: Dilek Şendil, İş Kültür Yay., İst., 2009)
“Denize düşen yılana sarılır” sözüne uygun olarak, gösterilerde Amerikan Elçiliği’nin yönlendirmelerine tabi olan Şah, zikredilen talepleri değerlendirmek yerine, İttilaat gazetesinin görüşlerine sahip çıkmayı sürdürünce, Kum kıyamı Tebriz’e sıçradı. Şah yanlıları gösterileri önlemek için topla, tankla, helikopterle saldırdı.
Nisan ayının başlarında kıyam Yezd ve Isfahan’a sıçradı. Buralardaki büyük olaylar nedeniyle Şah yurt dışı gezilerini askıya aldı, özel güçlerin yönetimini bizzat üstlendi, ama kıyam yirmi dört kasabaya daha ulaştı.
Kum’da Şah güçlerinin Şeriatmedari’nin evini basıp, ona sığınmış iki medrese öğrencisini öldürmesiyle olaylar daha da şiddetlendi ve yirmiden fazla insan hayatını kaybetti.
Şah 8 Eylül’de sıkıyönetim ilan edince, kayıtlara “Kara Cuma” olarak geçen büyük katliam yaşandı.
Kum’da başlayıp, Humeyni’nin 1 Şubat 1979 tarihinde İran’a dönüşüne kadar süren olayların neticesinde İran’ın kazandığı ve Amerika’nın kaybettiği malumdur.
Değerler hiyerarşisinin harekete geçmesiyle ilgili ikinci örneğimiz ise, şu yakın zamandan:
Meşhed’te ilk gösteriler başladığında Trump’tan gelen mesajlar şöyleydi:
-“Rejimin yolsuzluklarından ve ülkenin varlığını yurt dışında terörizme harcamasından bıkmış olan İran vatandaşlarının barışçıl protestolarıyla ilgili bilgiler geliyor. İran yönetimi, kendini ifade hakkı da dahil kendi halkının haklarına saygı göstermelidir. Dünya bu süreci izliyor”
-“Nihayet İran halkı gaddar ve yozlaşmış İran rejimine karşı hareket ediyor. Başkan (Barack) Obama’nın aptalca onlara verdiği paralar terörizme ve onların ceplerine gitti. İnsanlar çok az gıdaya ve büyük bir enflasyona sahip ve insan hakları yok. ABD izliyor!”
-“İran, Obama yönetimiyle yaptığı berbat anlaşmaya rağmen her alanda başarısız oluyor. Büyük İran halkı yıllardır baskı altındaydı. Yemek ve özgürlük için açlar. İnsan haklarının yanı sıra İranlıların zenginliği de yağmalandı. Değişim zamanı!”
Sahibinin sesi Netanyahu da “İran rejimi, İranlılar ve İsrailliler arasında nefret uyandırmaya çalışıyor. Başaramayacaklar. Bu rejim nihayet düştüğünde -ve bir gün olacak- İranlılar ve İsrailliler bir kez daha harika arkadaşlar olacak. İran halkının özgürlük arayışında başarılar dilerim” mesajını iletmiş, sonraki basın açıklamasında ise, İranlı göstericileri “kahramanlar” olarak niteleyerek, İran yönetimini İsrail’e karşı “kin ve nefret” yaymak için milyarlarca dolar harcayan “vahşi bir rejim” olmakla suçlamıştı.
Burada da vatan sevgisi, istiklal talebi, düşmanın aksine hareket etme tutumu kendiliğinden önce çıktı ve Trump’ın, Netanyahu’nun mesajları İran’da mevcut iç ve dış politikayı protesto etmek için sokağa inenleri titretip kendine getirmeye yetti.
Bu yeni örneğe göre de, İran halkının, sövdüklerinde olduğu gibi, övdüklerinde de düşmanlarına karşı kendi değerler hiyerarşisiyle cevap verdikleri bir kez daha anlaşılmış oldu.