Kültür Şûrası ve kravat ve yirmi yaş çetesi

Üçüncü Kültür Şûrası’nın yapıldığı salona kuş bakışı bakıyorum. İlk izlenimlerim, kravat, sonra biraz daha kravat. Ve kültür ve sanatın doğal mecralarının sivilliğine, delişmenliğine, tepesiatıklığına uymayan miktarda biraz daha. Çay ocaklarında ve Anadolu kitapçılarında yuvalanmış, oralarda kitap kovalayan, deftere yazdıran, gençleri kafalayan, on yedinci dergisini düşleyen abileri, üstatları, meczupları, organik filozofları hayal ediyorum. Evet bir izlenim sadece ama onları, bu salonda kendilerini de ilgilendiren bir şeylerin yapıldığına ikna etmek ne kadar zor, diyorum.

Salonun yaş ortalaması da, benim kendimi rahat hissedeceğim bir ortalama, yani bu kravat popülasyonuna uygun. Salon böyle de, komisyonlar farklı mı? Orada da, yaş ortalaması ortalamayı süratle aşıyor.

Oysa kültür ve sanatın cari, nabzı atan, nefes alan gündemini gerçekçi biçimde tartışmak için, salonun, şûranın, çeşitli başlıklarda hakikaten önemli meseleleri tartışan üyelerin yaş ortalamalarını daha aşağı çekmek icap ederdi. Ama bunun için evvela, “şu bizim gençler”e, şu “uyumsuz çocuklar”a, şu “abi onun sağı solu belli değil”lere güvenmiş olmak gerekirdi.

Güveniyor muyuz?

Şöyle kestirmeden ifade edeyim:

Salondaki hazirûnun diyorum, tamamı Mona Roza’yı duymuştur, dörtte biri filan da bir iki dizesini mırıldanabilir. Bu şûrayı Mona Roza şiirine adasak pek az yadırganırız. Mona Roza’yı toplantının milli marşı yapsak, doğacak tartışmalarla baş edebiliriz. Dikkat buyurun: Sezai Karakoç bu şiirini yazdığında on dokuz yaşındaydı. Peki, dergiden örnek vereyim: Diriliş’i çıkardığında yirmi yedi yaşındaydı.

Salonun yarısı, hayatında en az bir kez, bir arkadaş ortamında, “Demek ki benim / Sivil, dayanılmaz bir yüreğim vardır”, birden fazla kez de “Elbet bir hinlik vardır seni sevişimde / ey kanıma çakıllar karıştıran isyan” demiştir. İsmet Özel bu dizeleri yazdığında yirmi bir, yirmi iki yaşlarındaydı.

Kaynaklara şöyle bir bakınca, buna dair yerli ve yabancı onlarca örneği bir çırpıda buluverdim. Uzatmaya gerek yok ama şu örneği vermesem eksik kalacak: Değerli Kültür Bakanımız Nabi Avcı Bey, Nurettin Topçu’nun Hareket dergisindeki ilk düşünce yazısı yayınlandığında on altı (evet, 16) yaşındaydı. Durun; artık efsaneleşmiş olan Yeryüzü Yayınları’nı İsmet Özel, Ahmet Kot ve Bekir Şahin’le birlikte kurduğundaysa yirmi altı yaşındaydı.

Bu işin tabiatı böyledir çünkü. Yazmanın, dergi çıkarmanın, kültür ve sanat mecralarının içine balıklama dalmanın ortalama yaşı yirmidir. Lise yıllarında temayüz eder, yüksek tahsil yıllarında var olursunuz. Yirmili yaşların sonları, başka meslekler için, mesleğin ilk yılları gibi görülebilir ama mesela edebiyat ve sanat işleri söz konusu olduğunda, bildiğiniz orta yaştır.

Dolayısıyla, aklımızda kalan eserlerin, belleğimize faça atan dizelerin, bizde iz bırakan dergilerin, denilebilirse yirmi yaş çetesinin ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Henüz dünya ve hayat karşısındaki acemiliğini atamamış, dünya işlerini nasıl yola koyacağını bilememiş, kafasındaki dünya tasarımını bitirmekle meşgul ve dolayısıyla taze, hatta en taze bir bakışın sahibi bir genç şair, yazar, dergici, yönetmen, besteci, kültür bürokrasisinin bütün varlığıyla dikkat kesilmesi gereken kaynaklardan biridir.

Hal böyleyken, yani kültür ve sanat beğenimizi yirmili yaşlardaki şairler, yazarlar ve dergiciler belirlemişken, biz yirmili yaşlara fikirlerini sormayı niçin düşünmeyelim?

Şûranın en kıymetli çalışmalarından biri komisyon çalışmalarıydı. Bu çalışmalarda çok değerli arkadaşlarımız, büyüklerimiz de vardı. Ama şöyle hayal ettim hep izlerken: Yirmi bir yaşında, kafasını son şiirinin başlığına takmış bir şair ya da çektiği kısa filmin montajıyla yatıp kalkan bir yönetmen, komisyondaki bir oturumda ölümüne sıkılıyor ve diyor ki: “Ya, abiler bu mevzular çok sıkıcı.” Düşünsenize, ne müthiş olmaz mı? Hemen, yirmi yaşındaki, cevval bir muhayyileyi sıkan mevzunun ne olduğunu görmek için şahane bir fırsat ele geçmiş olmaz mı? Yaptığımız işe bir ayna tutulmuş olmaz mı?

Seçilme yaşını on sekize düşürmenin arefesindeyiz. Düşünün, on sekiz yaşındakilere, memleketi yönetme fırsatı vermeyi tartışıyoruz.

Bilmem anlatabildim mi?