Kudüs’ün ışığı sönerse gözlerimizin feri de söner

Çevresi Hakk tarafından bereketli kılınmış mübarek beldenin kutlu şehrinde,   buraya binlerce kilometre uzaktaki ayağı çukurda bir adamın kirli dilinden sarkan birkaç kelime yüzünden, Müslüman gönüllere düşen ateş sokaklara ağdı; oğul, kardeş, baba acısı olarak yayıldı arzın tüm yönlerine.

Biliriz elbette, İlahımız tarafından mübarek kılınan şeylerin, sevgisi de mübarektir. Bir “harem edebi” içinde hemhal oluruz onlarla ve bu harem edebini kendilerinden miras yoluyla öğrendiğimiz mübarek zatlara dostluğumuzu Allah için başlatır, geliştirir ve pekiştiririz.

Ve aynıyla biliriz ki, mübarek olanın düşmanı da her devirde çoktur. Halk  arasında “güzelin talihi kötü olur” şeklindeki söyleyiş bundan mülhemdir ve özü nedeniyle güzel olan mübarek beldeler, en az sevenlerinin dikkati kadar akreplerin de dikkatini çeker.

Kudüs’ü, onun sevgisini taşıyan gönlümüzle, ona ilişebilecek musibetlere karşı an be an titreyen kalp zarımız arasında saklayışımız bundandır.

İnsanlığa Allah tarafından iki yüz yirmi dört bin peygamberin gönderildiğini bildirirler kimi kitaplar ama biz onlardan sadece Hz. İbrahim’in (as) ve ona “atam” diye hitap eden, onun “milletinden” olmakla övünen Hz. Muhammed’in (sav) dünyadaki istirahatgâhını biliriz.

Dolayısıyla, Hz. İbrahim ilk kıblemiz, ikinci haremimiz, üçüncü mescidimiz olan Kudüs’e yirmi kilometre mesafedeki el-Halil şehrinin, Hz. Muhammed ise ikinci kıblemiz, ilk haremimiz ve birinci mescidimizin olan Mekke’nin daimi mukimidir.

Atası ile evladı arasındaki sevgi köprümüzün bir ayağı el-Halil, diğer ayağı ise el-Habib kelimesi üzerine kurulmuştur bu yüzden; bir, iki, üç sayıları onlar nedeniyle öncelikte ve sonralıkta eşit hale gelmiş ve yegane değer olan tevhidin işareti onlarla belirginleşmiştir.

Görüyor musunuz? Kudüs dedik, MÖ 1650’lerden, MS 600’lere bağlandı  kendiliğinden dilimiz.

Yoksa nedir ki Kudüs!

Toprak ile taştan yapılmış bir şehir değil midir sonuçta?

Ve Allah’tan başka hiçbir şey baki kalmayacağına göre, Kudüs’ün bekasından kim söz edebilir?

Bizim için asıl olan Kudüs’ün bekası meselesi değildir zaten; asıl olan Kudüs’ün kendi adında temsil ettiği Tevhit inancıdır; onu bize taşıyanların hatıraları ve taşa kazınmış izlerdir ki biz o hatıralara, o izlere bakarak aydınlatırız nefsimizin açtığı tehlikeli çukurlarla dolu dünya karanlığındaki yolumuzu.

Kudüs’ün ve Mekke’nin (Allah muhafaza) sönerse nuru, asıl sönecek olan kendi gözlerimizin feridir.

Bu nedenle asli izin izidir sürdüğümüz; bizden önce milyonlarca müminin dokunuşlarıyla şekillenmiş taşlara dokunarak, onların kervanına katılanlardan olma dileğimiz bundandır.

Bundandır el-Halil’in üzümünün kokusunu, zeytinin rengini, suyunun lezzetini, taşının serinliğini tanımak, bilmek isteyişimiz ve onları yeni nesillere emanetlerin en güzelleri olarak bırakmak için korumayı şiar edinişimiz.

Biz bu yüzden İbrahimî bir köke bağlı Muhammedîyiz ve yine bu yüzden İbrahimî edaya, Miraç nebisinin Beytü’l-Makdis’teki izlerini daima görünür kılarak izlemeye talibiz.

Aynı talibiyetle ve müminlere yakışan harem edebiyle bu beldeyi imar eden, secde mekanı kılan Reşid Halife, Eyyübi, Memluklu, Osmanlı atalarımızın “güzel, güzelliğinin korunmasını hak eder” prensibiyle 636 yılından 1917 yılına kadar (Haçlı zulmündeki 88 yıl hariç) 1193 yıl süren sahipliklerini yenilemeyi ve geçerli kılmayı kendimize dert edinmişiz; kısaca Kudüs’ün huzurunu insanlığın huzuru bilişimiz; sevgiden yana çölleşen dünyanın ancak Kudüs’ten yayılacak çocuk tebessümleriyle yeşerebileceğine inanışımız…

Değil mi ki, güzelin ve güzelliğin koruyucularını bin bir desise, hile ve kumpas ile alt ettiler çirkinliğin ve kötülüğün efendileri; o gün bozuldu şirazesi Kudüs kitabının ve o günden beri kanıksanır oldu burada cinayetler, acılar, zulümler…

Ayağı çukurdaki Amerikalı, yeni bir sürecini başlattı kötülük tarihinin.

Ama değil mi ki, kan uyumaz, ahit son bulmaz.

Kötülüğün yeni tarihi, Kudüs’ten ıraklaşan gönüllerde yeniden yakınlığın, unutulmaya terk edilmiş hatıralara sahip çıkışın, şer gücüne karşı güç biriktirerek şerlileri alt etme gayretinin tezahürü olacaktır inşallah.

Takvimin tutsağı olmayanlar için, Allah’ın vaadini beklemek asıldır ve Allah müminlerin diriliş azmine göre vaadini tamamlayacaktır.