Vatan bildiğimiz, yerimiz, yurdumuz addettiğimiz, bize dünya denen bu gurbetlikte sılamızı, (şüphesiz) geldiğimiz yeri ve (şüphesiz) döneceğimiz yeri hatırlatan yerler vardır. Göbek bağımızı düşürdüğümüz memleketimiz gibidir, ilk nefesi aldığımız ve kendimizi emin hissettiğimiz o ilk anı yaşadığımız mekanlar gibi. Gönül bağımızı bırakmışızdır oraya, aklımız ve dilimiz de bağlanır sonra. Şiirlerimizin bir mısraını oraya bağlamazsak şairliğimizden şüphe ederiz. Duamızda unutursak eksiliriz. Hayata farklı yerlerinden tutunmakta olduğumuz ellerimizi orası hatırına birbirimizin ellerine bağlarız. Kulaklarımız oradadır, “gözlerimiz hiç olmazsa bir kez görsün” diye düş kurduğumuzdur.
Biliriz ki, emin beldedir. Ve yine biliriz ki, tüm insanlık yerle yeksan olsa, gök yere yapışsa, yerde olan her şey yerle birlikte dürülse, yersiz kalsak da son sığınağımızdır. Eğer Allah murat ettiyse insanlığın ömrünü uzatmayı, insanın yeniden ayağa kalkacağı yer orasıdır.
Kutludur. Gökte kurulup yere indirilmiş olarak tasvir edilir. Peygamberlerin soluk verdikleridir. Resullerin çağrısına uyarak iz sürenlerin uğrak yerlerindendir. Uğruna dünyadan vazgeçilen, damarlardan kan, emanetlerden can verilendir.
Taşıyla toprağıyla, havasıyla suyuyla, yağmuruyla karıyla, ayıyla güneşiyle yıldızıyla mübarektir. Dili dualı kadınlarımızın, oralardan gelen haberlerle gözlerinin dolduğuna şahitlik etmişizdir. En yaşlılarımızın en son görmüş de gelmiş olana tekrar tekrar anlattırdıkları, son duyduğunu ilk duyduğuna ve hep duyduğuna ekleye ekleye büyüttüğü hikayemizdir.
Yaslandığımız tarihimizdir. Miraçtır. Sakinlerine emanname verdiğimiz, Daru’l İslâm ve Dar’ul İnsandır. Hak deyince, hukuk deyince, adalet deyince, sulh, esenlik deyince aklımıza gelendir.
Kimi zaman kastederler beldemize. Kılıçların, mızrakların, uçakların, tankların, topların, tüfeklerin, mermilerin zalimliğine maruz kalır. Dünyanın bütün zalimleri, dünyanın bütün hainleri, yeryüzünde ne kadar kan emici varsa, batıl adına taarruza geçerler. Kapılarına kilit vururlar, göğüne demir kafes, toprağına kan döşerler. Ama bilmezler ki, o belde bizim için bir fikirdir. Nesilden nesile, babadan oğula, anadan kızına, dededen toruna, elden ele, gönülden gönüle yayılır, büyür de büyür. Dünyanın farklı coğrafyalarından herhangi bir babanın yeni doğan evladının kulağına ismini ezanla okuduktan hemen sonra Selahaddin’i gözlerinin önüne getirerek yaptığı “Allah seni o beldeye giren İslam ordularına komutan kılsın” duasından habersizdirler.
Tanığı olduğumuz ya da olamadığımız, bildiğimiz ya da bilemediğimiz, gördüğümüz ya da göremediğimiz, işittiğimiz ya da işitemediğimiz her ne varsa hepsinin mutlak sahibi olan Allah’ın ayetlerindendir. Baktığımız zaman O’nu hatırlarız, O’nu zikrederiz. Hatırası, dünya namına sahip olunabilecek her şeyden daha uludur, daha yücedir. Öpüp başımıza koyuşumuz bundan sebeptir.
Orası bize emanettir. Gözbebeğimizdir, dudaklarımızda iz bırakan annemizin ak sütü, babalarımızın gösterdiği ufuktur. Kubbelerine, kapılarına, pencerelerine, minarelerine, medreselerine, camilerine, mescitlerine, revaklarına, kemerlerine, çeşmelerine, duvarlarına, taşına, toprağına, hanelerine güneş vurduğunda birlikte ısındığımız, yağmurlarında beraber ıslandığımız, payına kar düştüğünde çocuklar gibi sevindiğimizdir.
Her yanıyla tevhide dönüktür yüzü. Varoluşumuzu anlamlı kıldığımız mekanlarımızdandır. Sevgilimizin bir gece O’nun ayetlerinden bir kısmına daha vakıf olması muradıyla en Sevgilimizin katına çıktığı yerin adıdır. Miracımızdır, ilk kıblemizdir, birliğimizdir, beraberliğimizdir, onurumuz ve namusumuzdur.
Hz. İbrahim’in, Hz. İshak’ın, Hz. Yakub’un, Hz. Yusuf’un, Hz. Musa’nın, Hz. Davud’un, Hz. Süleyman’ın, Hz. Zekeriyya’nın, Hz. Meryem’in, Hz. İsa’nın ve Efendimiz “rahmeten li’l âlemin” Muhammed Mustafa’nın nefes alıp verdiği o yerin adı, Kudüs’tür, el-Kuds’tür, Kuds-ü Şerif’tir, Beytü’l Makdis’tir, Daru’s Selam’dır.
Sanıyorlar ki,
Unuturuz, vazgeçeriz, es geçeriz, boş veririz.
Hayır,
Unutmayacağız, vazgeçmeyeceğiz, es geçmeyeceğiz, boş vermeyeceğiz.
Çünkü Kudüs bizimdir.