Dostlarım haklıdır: Kudüs’ü yol eyledim.
Geçmişte, en az kırk kişilik gruplarla birlikte gitmiştim Kudüs’e.
Geçtiğimiz hafta ise dört kişi birlikte gittik: Murat Aydın (Zeytinburnu Belediye Başkanı), Süleyman Berk (hattat, öğretim üyesi), ünlü fotoğrafçı İsmail Küçük ve bu fakir… Rehberimizse, tam bir Kudüs sevdalısı olan Hasan Sevil’di.
Murat Başkan’la, Küçük’ün ikinci, Berk’in birinci gidişiydi Kudüs’e.
Dördümüzün ortak amacı da fotoğraf çekmek olunca, “dört gözle bakmak” deyimi gereğince tahakkuk etti sanırım: ilk kez bakmanın safiyeti, tekrar tekrar bakmanın sağladığı kurgusal deneyim üzerinden, dört gün boyunca işledi durdu deklanşörlerimiz…
Neden Kudüs diye soracak olursanız…
Kudüs’ün İlahi değerinden ve şeriatlarca kıymetinden dolayı, kadim zamanlardan bugüne 44 defa el değiştirmiş, 52 defa kuşatılmış, 23 defa işgal edilmiş ve 2 defa yerle bir olacak şekilde yıkılmış, şimdi ise 1967’den beri 24. işgalini yaşayan bir şehir olması, burayı seçişimiz için yeterli bir cevap oluşturmaz mı?
Hz. Davut (as) ve onun oğlu Hz. Süleyman (as)’ın eliyle kurulmuş olmakla İsrailoğulları’na mal edilen Kudüs’te, zikrettiğim işgaller, yıkımlar yüzünden bugün en az eser İsrailoğullarına aittir.
Ağlama Duvarı olarak bilinen yer de bu manada İsrailoğulları için bir bidatten ibarettir.
Ağlama Duvarı, Roma İmparatoru Titus’un (39-81), İsrailoğulları’nın isyanını bastırdıktan sonra el-Aksa’yı ve mescidi, yerleri ekilmeye hazır bir tarla haline gelecek şekilde yok etmesinin acı hatırası olarak, asıl Kanuni Sultan Süleyman’ın Miraç Yolu üzerine inşa edilmesine izin verişiyle müesses hale gelerek, maruf olmuştur.
İsrailoğulları’nın, günümüz basınınca, Beytül’l-Mukaddes’in altını oyma çalışması şeklinde adlandırılan faaliyetlerinin bir nedeni de, geçmişte yok edilenlerden bir kısmını bulabilme ya da yerlerine yenilerini yapma çabasından ibarettir ve bu çaba İsrail’in 1967’de Doğu Kudüs’ü işgalinden beri programlı bir şekilde yürütülmektedir.
Bu manada geçmişten kalan altmışa yakın sinagogun varlığı İsrailoğulları için sabit bir aidiyet sağlamamaktadır çünkü sinagoglar, özel bir mimari form ve tezyinat (dekorasyon) gerektirmediği için yapımları en kolay olan tapınaklardır.
Bu durumda tarihi eser denildiğinde, Kudüs’te ancak Hristiyanlara ve Müslümanlara ait eserlerin varlığından söz edilebilir.
Bilindiği gibi, Romalıların Hıristiyanlığı erken kabul etmelerine rağmen, bu din ile kurdukları tereddütlü ilişki İmparator Konstantin’le (272-337) birlikte ancak sona erebildi.
İmparatorun annesi St. Helena (246-330), Titus sonrasında İsa’nın güya çarmıha gerildiği yerin yakınına Venüs adına yapılan tapınağı yıktırıp, İsa’nın gerildiği haçın bulunması için orada kazı yaptırdı. Kazı sonucunda üç haç bulundu ve ölüm döşeğinde yatan bir kadında test edildiklerinde onlardan birinin dokunmasıyla kadın iyileşiverince o haç gerçek haç olarak ilan edildi.
St. Helena bununla da kalmadı, güya İsa’nın çarmıha gerilmesinde kullanılan çivilere de ulaştı ve hatta onların manevi gücünden yararlanması için bir kısmını oğlunun başlığına ve atının dizginine koydurdu.
Yine aynı dönemde Beytü’l-Lahim’de, Hz. İsa’nın (as) doğduğu mağara üzerine Doğuş Kilisesi ile Zeytin Dağı’nda Hz. İsa’nın havarilerine ders verdiği mağara üzerine Elenora Kilisesi (333) ve erken Hıristiyanlık dönemiyle Orta Çağ’da yapılacak olan bir dizi kilisenin mimarisine öncülük eden Kutsal Mezar Kilisesi (325/6) yapıldı.
Hristiyanlara ait olan bu eserler, zaman içinde kimi değişmelere uğramakla birlikte asıl yapılarıyla Kudüs’te varlıklarını sürdürmekteler.
Halife Hz. Ömer (ra) Kudüs’e geldiğinde önce Sahra’yı buldurdu. Bölgeyi temizledikten sonra Sahra’nın üzerine kendi adıyla anılan mütevazı bir mescid inşa ettirdi. Halife Abdülmelik bu mescidi şimdiki haliyle (Kubbetü’s-Sahra olarak) yeniden yaptırdı (687-691).
Hatta Siyon Tepesi’ndeki Hz. Davut Makamı bile Müslümanların mescit ilaveleriyle, Museviler adına da korudukları mekânlar olarak günümüze intikal edebildi.
Kanuni Sultan Süleyman tarafından onarılarak güçlendirilen surların içinde yer alan 144 dönümlük (Batı yönü Ağlama Duvarı’yla kesilen) Beytü’l-Mukaddes’te ise Kubbetü’s-Sahra, Kıble, Ömer, Mervani ve Burak mescidleri bugün de faal olan yapılardır ve her biri Kudüs’teki İslam mührü hükmündedir.
Gelelim Kudüs’teki fiili duruma.
Doğu Kudüs, İsrail’in işgali altındadır ve bu işgal dışarıdan getirilen Yahudiler için yapılan yeni yerleşim yerleriyle Kudüs’ün tümünü kapsayacak şekilde genişletilmeye çalışılmaktadır.
Sıcak bir tanıklığımızı aktararak mevcut durumu şöyle de verebiliriz:
Şam Kapısı’ndan çıkmış, aracımızı bekliyorduk.
Kanuni Sultan Süleyman tarafından güvenlik nedeniyle bir su kanalı, onun üzerine yapılmış bir köprü ve “L tipi” bir girişle tahkim edilmiş olan Şam Kapısı, hemen çarşı-pazara açılıyor olması nedeniyle Kudüs’ün insan sirkülasyonu açısından en hareketli kapısıdır.
Köprünün girişi (tam teçhizatlı) iki atlı polisle, birisi zenci üç kadın ve üç erkek asker tarafından tutulmuştu.
Yol hizasından yaklaşık beş metre aşağıda yer alan kapının merdivenler ve yol kısmında ise dört ayrı öbek halinde yine tam teçhizatlı beşer asker konuşlandırılmıştı.
Kapı önündeki polisler ve askerler içeri girenlerden ve çıkanlardan kimilerini keyiflerine göre durdurup sorguluyor, üstlerini ve çantalarını didik didik arıyorlardı.
Bizim dikkatimizi çekense henüz on yaşlarındaki bir Filistinli kızcağızın maruz kaldıklarıydı.
Elindeki kitaplara bakılırsa öğrenci olan bu kızın kitapları, üstü arandı, çantası didik didik edildi. Bu esnada iki asker elleri tetikte arkasında duruyor, bir kadın asker onu ararken, bir diğeri de yine eli tetikte onun yanında duruyordu.
Fiili duruma ilişkin diğer bir tanıklığımızsa Doğuş Kilisesi’ndeki Hıristiyan ziyaretçilerin durumudur:
Bu kiliseyi ziyaret ettikten sonra hemen her Hristiyan ağlama krizine tutulmuşçasına çıkıştaki duvara yaslanıp ağlıyor. Bu hallerindeki samimiyetleri, inançlarına olan bağlılıkları farklı dinden olanları bile etkiliyor.
İşte bu iki tanıklığımızdır ki, Kudüs’e gelen Müslüman ve gayrimüslim herkeste binlerce soruya dönüşen farklı tanıklıklara zemin oluşturuyor.
Bir arada yaşayabilmeye, inşallah Müslümanlar tarafından tekrar fethedilirse diğer dinlerin samimi mensuplarına karşı nasıl davranılacağına, bugün adları zulümle eşitlenmiş olan İsrailoğullarına nasıl bir muamelede bulunacağına, zulme rağmen Kudüs’te nasıl var olunacağına dair binlerce soru…
Bu manada Kudüs gerçekten zihinleri altüst ediyor, mevcut ezberleri kırıyor, arayış derdi olmayanları bile bir arayışa sevk ediyor.
Kudüs, hem sorumluluğumuzun, hem arayışımızın, hem de fikri (fıkhî) bir yenilenme çabamızın somut bir nedeni olarak orada ayakta duruyor.
Ve dolayısıyla bakmayı, düşünmeyi bilenler için çağrısını her gün yeniliyor Kudüs.
Biz dört Müslüman, bu çağrıya uyarak gittik işte Kudüs’e.
Fotoğraflar çektik, yeni acı tanıklıklar biriktirdik, yeni arayışların sorumluluğunu yüklendik ve elbette yeni umutlar kuşandık Kudüs’te…
Kudüs’ün çağrısı size de ulaşırsa lütfen tereddüt etmeden sizler de ona yöneliniz.