Son kudurma işaretlerini, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nda gördük.
Karaman’daki çocuk istismarına ilişkin yargıda bulunan bir konuyu bahane ederek, Aileden Sorumlu Devlet Bakanı hakkında sarf ettiği (benim vatandaş olarak burada tekrarlamaya edep edeceğim) kimi kelimeler üzerinden sağladı bunu.
Sadece kendisinin kudurmasına ait işaretleri mi? Hayır! Kılıçdaroğlu, varlığı günden güne somutluk kazanan, bu haldeki bir güruhu temsil yoluyla bizzat kendi şahsında fotoğraflatmış oldu.
Elbette öncesi hem de çok öncesi var bu kudurma işaretlerinin.
Bunu, Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle başlatmak mümkün olduğu gibi, Başbakan sıfatıyla ABD Başkanı Johnson’un özel uçağına binip, Amerika’ya giden Milli Şefin, oradan Sarı Çizmeli Mehmet Ağa olarak dönüşüyle de başlatılabilir.
Kuruluşundan on beş ay gibi kısa bir süre sonra AK Parti’nin iktidar oluşuyla başlatılabileceği gibi, yine AK Parti’nin kısa bir süre içerisinde IMF’ye olan borçları ödemesiyle de başlatılabilir.
Tarihi biraz daha yakın olsun, ilgili olaylar net hatırlansın ki ilgili işaretler daha doğru okunabilsin, yorumlanabilsin diye, Gezi Eşkıya Kalkışmasıyla başlatılabileceği gibi, Paralel Yapı’nın 17/24 Aralık seçim ayarlı darbe kalkışmasıyla da başlatılabilir.
Fotoğrafları da hafızalarda iken, Cumhurbaşkanı’nın son ABD seyahatiyle ilgili olarak kudurma işaretleri gösterenlerden verelim örneğimizi:
Cumhurbaşkanı, ABD’ye doğru yola çıktığında ne dediler: “Tutuklanacak!”
Yetinmediler şunu uydurdular: “Obama, Cumhurbaşkanını muhatap almayacak, ikili bir görüşme gerçekleşmeyecek.”
Yine yetinmediler, “Türkiye artık yapayalnız, en güçlü müttefiki ABD, onu kara listeye aldı” dediler.
Dış politikanın, yanı başımızda süren savaşın reel şartlarında, uluslararası ittifakların zorunluluğu açısından önem arz etse de, netice de akl-ı selim olan herkes Obama’nın Cumhurbaşkanımızla görüşmesinden bir üstünlük devşirmeye çalışmayacağı gibi, görüşmemesinden de bir eksilik devşirmez.
Ama bu akl-ı selim olanlarla ilgili bir durum. Kudurmak ise değil aklın, olası her türlü müdahalenin, katkının, yardımın devreden çıktığı bir aşamayla ilgili olduğundan bu düşünüş ya da tutum kudurma işaretleri gösterenler için geçerlilik taşımıyor.
Onlar için asıl olan tek bir şey var, ki bu aynı zamanda onların zikrettiğimiz hallerinin de delili hükmündedir:
“Türkiye devleti ve milleti için mutlaka bir kötülük tahakkuk etsin!”
Gezi Eşkıya Kalkışması sırasında, benim tarafımı henüz tam kestiremeyen bir beyazın, telefondaki şu temennisi hala kulaklarımda yankılanmaktadır: “Bir kötülük olsun, en azından borsa dibe vursun, döviz fırlasın, hiç değilse birkaç banka batsın; ama bir kötülük olsun, mutlaka bir kötülük!”
İçinde yaşadığı devlet ve millet için kötülük isteme aşamasına gelmiş olanların vatanseverliklerinden söz edemeyeceğimize ve haliyle bunların kötülük talepleri de sabit olduğuna göre, durumlarını hangi terimle açıklayabiliriz ki.
Bir kötülük umuyorlar. O kötülüğün tahakkukuyla nemalanacak olanlarla oturup bunu projelendiriyorlar. En uygun zaman ve zemini gözeterek uygulamaya koyuyorlar. Ama tıpkı, masum insanların üzerine atmak istenirken, taşıyanının elinde patlayan el bombası gibi, umdukları sonuç tersine dönüp, onların ciğerlerinde patlayıveriyor (hamdolsun!).
2002’den beri kaç kez tanık olduk buna. Kendi tanıklığımız bile, eblehçe bir tekrar niteliğiyle bizim canımızı sıkar da, umdukları kursaklarına tıkananları kudurmanın eşiğine getirmez mi?
İşte kudurmak işaretleri değimiz budur; kudurma nedenleri de zikrettiğimiz gibidir: Hem nifak ehli olarak kendilerine hem de hain olarak asıl sahiplerine verdikleri sözlerin yerini bulmamasıyla madara ola ola, şahsiyetlerini, dillerini, dizginlerini yitire yitire, derin bir umutsuzluğun içine yuvarlanmaları…
Peki, kim bunlar:
Çetesinin menfaati için İmparatorluk batıran İT paşalarının torunları…
Gereğince Batılılaşabilmek için Avrupa’dan damızlık erkek ithalini teklif edenlerin çocukları…
IMF kovulunca, efendilerinin sömürü çarkı durdu diye telaşa düşen İngilizofil, Fransızofil, Almanofil, Amerikanofil mandacı beslemelerin sünepeleri…
Sanat yaptıkları iddiasıyla devlet kasasından semirmelerine son verilen sanatçılar…
Paralel-PKK medyasının adı beyaz diye, entel diye, gazeteci diye ellerine kalem tutuşturdukları casus tabiatlı cibilliyetsizler…
Uzaktaki kara çukur… Hani umduğu her kötülükten önce salya-sümük beddua gösterileri düzenleyerek, kaybettiği insan sıfatını tekrar kazanmaya çalışan beyni sulanmış ahmak ve onun henüz tam anlamıyla temizlenememiş, çoğu kripto olarak gizlenmiş karaktersiz elemanları…
Düşman işgaline uğramış imparatorluktan ancak muhafaza edilebilmiş el ayası kadar bir toprağın bütünlüğüne bile tahammül edemeyip, onu parçalamaya yeltenen Kürtçü faşistler…
Düşüncelerini tatile çıkararak, devrimciliklerini üçüncü cinsin savunusuyla eşitlemiş bulunan Solcular, Sosyalistler, Komünistler…
Bunların tamamı şimdi kudurma işaretlerini üretiyorlar.
Geriye dönebilirler mi? Az da olsa vatan diye, millet diye, ideal diye, istiklal diye bir şeyin varlığını hatırlamaları ve dolayısıyla uyanmaları, aydınlanmaları mümkün olabilir mi?
Bunun için önce insan olduklarını hatırlamaları gerekir. İnsan olmaksa şerefli bir haslettir ve sırf bu niteliğinden dolayı onlar tarafından reddedilmeyi gerektirebilir.
Nitekim Kılıçdaroğlu’nun, Aileden Sorumlu Devlet Bakanı’yla ilgili terbiyesizliğini, Türkçe’nin ifade imkanlarıyla savunmaya kalkışan ve edasındaki pişkinlikle Genel Başkanını teyit eden bir kadın milletvekilinin bu yönde verdiği portre, bizim söz konusu umut kırıntılarımızı da yok etmeye yeterli gelmektedir.
O halde ne olacak?
Çamlıca’da yapısı yükselmekte olan camiyi, Gümüşsuyu’ndan eliyle göstererek bana “Ben her sabah uyandığımda bu camiyi görmeye mecbur muyum” diyen bir beyaza, “Evet, mecbursun, korkma zamanla alışırsın, alışacaksın” diye cevap verdiğimde dili boğazına akayazmıştı.
Bundan hareketle diyebilirim ki, kudurma işaretleri gösterenler, kendilerini kudurtmak üzere olduğunu sandıkları nedenlerin varlığına ve kalıcılığına zamanla alışacaklardır.
Önemli olan bizim vatan ve millet adına onlara alışmamamız; üretebilecekleri tehlikelerin, verebilecekleri zararların daima dikkatinde olmamızdır.
Ayrıca bunlara acımanın, kendi koynumuzda akrep beslemekle aynı anlama geleceğini bilmemizdir.