İslam, Musevilik ve İsevilikle önce peygamber ve vahiy anlayışındaki farklar bakımında karşı karşıya geldi.
Yeni vahyin ve Hz. Peygamber’in hakikati ile bunlarla Hz. Musa ve Hz. İsa’ya yüklenen yeni değer ve nitelikler ilk çatışma konuları olarak öne çıkarken, Müslümanların yeni inançlarına bağlı olarak oluşturdukları manevi ve maddi kültürün iktidar gücüyle Musevilik ve İsevilik üzerinde baskın hale gelmesi neticesinde, konu bizzat Tanrı telakkilerinin çatışmasına evrildi.
Bu noktadan itibaren maddi kültür ve mimari (sanat) ile ekonomi başta olmak üzere buna mahsus tüm araçlar bu çatışmanın nesneleri, simgeleri haline gelerek, Tanrı anlayışlarına bağlı rekabet hayatın tüm alanlarına yayıldı.
Hz. Ömer’in bizzat giderek, kan dökülmeksizin anahtarlarını teslim aldığı Kudüs’te, onun talimatıyla Hacer-i Muallaka üzerine derme çatma olarak inşa edilen mescidin yerine, Emevi Halifesi Abdülmelik tarafından yaptırılan Kubbetü’s-Sahra (692) ve onun oğlu I. Velid tarafından Sahra’nın önüne yaptırılan Kıble mescitleri (720) zikredilen rekabetin, Museviliğe ve İseviliğe karşı en güçlü nesneleri oldular.
Bu iki mescit, her şeyden önce Hıristiyani sanattaki temsil anlayışına, teslis telakkisine karşı İslam’ın en güçlü itirazıydı. Azami sadelik esasıyla inşa edilen bu mescitlerde salt tevhidin vurgulanması, tenzihi yönelişin gerçekleştirilmesi ve kullukta eşitliğin pekiştirilmesi (kavmi seçkinliğin reddi) hem mezkur rekabette önde olmanın hem de “Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin” (Bakara Suresi, 2:42) mealindeki ilahi emre tabi farklılık vurgusunun doğal sonucuydu.
Bu sonuç, Kubbetü’s-Sahra ile sınırlı kalmadı; Müslümanların ilk kültür verimlerinden birisi olarak, kültürün diğer alanlarına da eş-zamanlı bir şekilde yayıldı.
İslam sanat tarihçisi Robert Hillenbrand, “Sikkelerdeki önemli yenilikler Kubbetü’s-Sahra ile eş zamanlıdır. Mimaride olduğu gibi, sikkelerde de gelişim çizgisi açıktır. Başlangıçta klasik modellere körü körüne bağlılık gösterilmiş, zamanla bunun yerine Yakın Doğu’nun eski Çağ sanatından miras aslınan tema ve teknikler tercih edilmeye başlanmıştır” sözleriyle bu yayılmanın tedrici olarak seyrini teyit etmiştir. Onun “kör körüne” dediği şey, sikkelerdeki tasvirin aniden kaldırılmasıyla paraya karşı oluşacak yabancılığın ve dolayısıyla bunun ekonomide neden olacağı olumsuzluğun önlenmesine yönelik bir tedbirden ibarettir. Nitekim, bu manada Hiillenbrand, kendisini şu yeni açıklamayla birlikte tashih de etmektedir:
“Irak’ta, İran’da ve daha doğudaki topraklarda, Sasani sikkeleri hiçbir değişiklik yapılmadan kopya edilmiştir. En sık görülen sikke tipinin ön yüzünde, İran’ın İslam ordularınca fethedilmesinden önceki son Sasani hükümdarlarından olan II. Hüsrev’in portresi, arka yüzünde ise bir ateş sunağı ve bekçileri vardır. Sasani hükümdarının Pehlevi harfleri ile yazılmış ismi ve Pehlevi darphane işaretleri bile korunmuştur. Tarih ise önce iki ayrı Sasani takvimine göre, sonra da Hicri takvimle verilmiştir. Müslüman valinin ismi verildiğinde, bu da Pehlevi harfleri ile yazılmıştır. Bu sikkelerde özellikle İslam’a özgü olan tek unsur Kufi harflerle yazılmış, ‘Allah’ın adıyla’ veya ‘Allah’a hamdolsun’ gibi dini terimlerdir. Muhtemelen İranlı kalıpçılar Müslümanlar için çalışmaya devam etmişlerdir. Bu Arap-Sasani sikkeleri Müslümanların statükoyu koruma arzusunun işaretidir. (…) Son olarak 695-697 yılları arasında gerçekleştirilen ve etkisi İslam dünyasının hemen hemen her yerinde hissedilen bir para reformu ile tüm figürlü simgeler silinmiş ve yerlerini özünde İslami olan bir ikona, Kur’an epigrafisine bırakmışlardır. (…) Bu sikkelerin yüzünde tezyin edilmiş kelimelerde, Yeniden Doğuş ve Teslis gibi Hıristiyan doktrinine açık bir saldırı görülür: ‘Allah’tan başka Tanrı yoktur; Muhammed Allah’ın Peygamberidir. Allah’ın eşiti yoktur; O doğurmaz ve doğurulmamıştır.’ Sikkenin propaganda potansiyelinin böyle bir yoğunlukta kullanıldığı dünya tarihinde pek az görülmüştür.” İslam Sanatı ve Mimarlığı, Çeviren: Çiğdem Kafesçioğlu, Homer Kitabevi, İstanbul 2005)
Kubbetü’s-Sahra’nın ibadete açılışıyla (692) eş-zamanlı olan, (manevi kültürü de mutevi) bu maddi kültür rekabetinin Hıristiyani cephedeki karşılığını ise Hans Belting, şu cümlelerle verir: “Bizans imparatoru misilleme yaparak kendi paralarının üzerine ‘İsa’nın hizmetçisi’ unvanını bastırdı. Tanrı yerine İsa’nın adını anması, Allah adına hüküm süren bir iktidara verilebilecek en sert yanıttı.”
Yine Hans Belting, para ile ilgili söz konusu değişikliği, Kubbetü’s-Sahra’da somutlaşan Tanrı telakkisiyle ilgili çatışmayla şu şekilde ilişkilendirir:
“Kudüs’teki eski tapınak alanında yükselen Kubbetü’s-Sahra, sikke reformunu uygulayan Abdülmelik’in en iddialı projesiydi. İç mekanı çevreleyen 240 metre uzunluğundaki kuruluş kitabesinde binanın 692’de yapıldığı yazar. (…) Kitabede kelime-i şahadet getirilerek ‘Allah katında din İslam’dır’ (Ali-i İmran Suresi, 18, 19) denir. ‘Hamd Allah’a ki, hiçbir çocuk edinmedi; O’na mülkte ortak olmadı’ İsra Suresi 111) ifadesi devamlı tekrarlanır.” (Floransa ve Bağdat – Doğu’da ve Batı’da Bakışın Tarihi, çeviren: Zehra Aksu Yılmazer, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2017)
Tanrı telakkisiyle ilgili rekabet, dün olduğu gibi bugün de sürüyor ve kıyamete kadar da sürecek gibi görünüyor.
Bu rekabete mahsus manevi ve maddi kültür değerlerinin önemi de buna bağlı olarak katlanarak sürecektir.
Bu bakımdan, Kubbetü’s-Sahra önceliğinde İslam sanatını bu rekabetin koşulları içinde yeniden düşünmeli ve özellikle Kudüs’ün Museviler ve İseviler tarafından kuşatılma çabasının siyasetin ötesinde doğrudan İslam’ın zihniyet ve kültür olarak İslam’ın kuşatılması anlamına geldiğini iyi görmeliyiz.