Koordinasyon meselemize dair

Hiçbir iş tek başına değildir. Her işin bir evvelinde ya da eş zamanında bir başka tamamlanmış ya da sürmekte olan süreç ya da süreçler ve sonrasında kendisini izleyen bir başka tamamlanacak süreç vardır. Kimi zaman da bazı süreçlerin farklı alanlarda eş zamanlı olarak yürütülme zorunluluğu söz konusudur. Hangi sürecin, hizmet ettiği asıl sürece hangi noktadan dâhil olup hangi noktada devreden çıkacağı hususu çok önemlidir.

Bir yapının inşa sürecini ele alacak olursak, niyetle başlayıp nihai kullanıcıya anahtar teslimine kadar bir süreç görürüz. Oysaki niyet edilmesine etki eden ve fakat bu yapının süreçlerinde görünmeyen başkaca süreçler söz konusu olduğu gibi, yapının anahtar teslimi sonrasında yapının entegre olacağı başkaca sistemlerin devam etmekte olan ve devam edecek olan süreçleri de söz konusudur.

Yapılan herhangi bir işin hangi bütünün parçası olduğu ve yapılan o işin hangi parçalardan oluşan bütün olduğunu iyi bilmemiz gerekiyor. Ve ayrıca yapılmış, yapılmakta ve yapılacak olan başkaca işlerle bizim yaptığımız işin bir şekilde ilişki içerisinde olduğu ya da olacağı hususunun da farkında olmamız icap ediyor.

Akıl oyunları filmini bilirsiniz. O filmde geçen bir sahneyi anımsatmak isterim yeri gelmişken. Adam Smith, “rekabet durumunda kişisel hırslar ortak çıkarlara hizmet eder” ön kabulünden hareketle “bir grubun en iyi sonucu alabilmesi için grup üyelerinin her birinin kendisi için en iyi olanı yapması gerekir” der. John Nash ise bu tanımı eksik bulur ve “bir grubun en iyi sonucu alabilmesi için grubun tüm mensuplarının hem kendisi hem de grubun diğer üyeleri için en iyi olanı yapması lazım” tezini dile getirir.

“Herkes kendi işini iyi yaparsa sonuçta ortaya çıkan büyük iş de iyi olur” demek yeterli değildir. Herkes kendisi için iyi olanı yapmakla eş zamanlı olarak başkasının sürecini iyi yönde etkileyecek ve dolayısıyla başkasının işi için iyi olacak bir süreci işletmek durumundadır.

Herkesin sonuç odaklı olduğu bir dönemden geçiyoruz, tek kıstasın başarı olduğu dönemden. Süreçlerin daha önemli olduğu hususunu dile getirdiğinizde, süreçlerin koordinasyonundan dem vurduğunuzda, süreçlerin iyi yönetilmesi gerektiğine işaret ettiğinizde tuhaf bakışlarla karşılaşıyorsunuz. Şaşırtıcı gelebilir ama bizim camiamızda bu husus daha üst düzeyde bir kabul görmüş durumda. Üstelik ‘gayret bizden tevfik Allah’tan’ düsturuna iman etmişler olarak bu durumdayız biz.

Sonuç olarak, herkes kendi alanında ‘çok çalışıyor.’ Bu doğru. Hatta gezip gördüğüm birçok memlekete nazaran bu hususta çok ama çok iyi durumda olduğumuzu söyleyebilirim. Lakin bizim bir koordinasyon meselemiz var.

Eski bir köy evini aslına uygun olarak restore ederek kendisi için bir yaşam alanı oluşturmaya gayret eden bir arkadaşımın anlattığı bir husus belki küçük ama önemli bir örneklik teşkil ettiği için yazımın burasına alıntılamak isterim. “Eski evin tavanındaki ahşap döşeme tüm aile fertlerimizce beğenildiği için bu döşemeyi aslına uygun olarak yeniden imal ettirelim istedik. Ustasını da bulduk malzemeyi de. Malzemeyi ustaya teslim ettik. Çok hızlı bir şekilde imalat gerçekleşti. Ancak sonrasında farkettik ki, çatı izolasyonunu yapacak olanın iş süreci hiç hesaba katılmamış. Bu yüzden bütün o malzemeyi söktürdük, izolasyon yapıldı ve akabinde yeniden imalat gerçekleştirildi. Hem zamandan, hem paradan, hem moralimizden, hem güzelliklerimizden kaybettik.”

Bu mevzu, küçük kişisel işlerimiz için olduğu kadar büyük işlerimiz (mesela devlet organizasyonu) için de böyledir. Çocukluğumdan beri belediyelerin ve benzer kamu kuruluşlarının asfalt, alt yapı, elektrik, su, doğalgaz ve telekomünikasyon tesisatı, kaldırım, otobüs durağı, görme engelliler için yaya yolu tasarımları, otobüs durakları, araç park yeri inşaatları vb işlerindeki koordinasyonsuzluk hikâyelerine tanık oluyorum. Belediye başkanından işçisine, vatandaşından malzeme satıcısına kadar herkes biliyor ki, bugün şu iş için kazılan yol yarın öteki bir iş için, öbür gün beriki iş için kazılacak. Sonuçta, emek, zaman, enerji, para, moral, güzellik kaybı belirgin ve ağırlığını hissettirir ölçüde ortaya çıkıyor. İşler yapıyoruz, işler bitiriyoruz ama damağımızda kalan o tat hep buruk oluyor.

Müslüman, kendisinden ziyade başkası için yaşayan insandır, diğerkâmdır. Müslüman bir toplumdan bahsedeceksek bu toplumu oluşturan fertlerin ilk bahsetmemiz gereken özelliği diğerkâmlıkları olmalıdır. Bu bir zincir meselesidir. Bu zincirdeki herhangi bir kırılma tüm toplumsal sistem için çökertici etki yapacaktır.

Hemen hepimiz yaptığımız işlere ilişkin ‘ne’ ya da ‘niçin/ne için’ sorularına doğru cevaplar verebiliyorken usule ilişkin sorulacak ‘nasıl’ sorusunda boğulup kalıyoruz. Yaşadığımız sorunun adı tam manasıyla bir ‘usulsüzlük’ sorunudur.