Konya’daki arkadaşlardan öğrenmiştik köyün adını. Çok güzel bir köy demişlerdi. Evlerinin meşhur olduğunu da söylemişlerdi. Kalabileceğimiz bir yerin de mevcut olduğunu öğrenmiştik. Nasıl olsa Beyşehir’e geçecektik ve nasılsa niyetimiz Beyşehir sonrasında Toroslar’da bir yerde konaklamaktı. Bir küçük araştırmaya koyuldu bizim çocuklar. Ulaştıkları bilgilere ait sayfaları birer birer geçtikçe heyecanlı sesler duyuyorduk biz ön taraftakiler. Tadından yenmiyor denir ya hani, işte öyle anlardandı. Hal böyle iken, Seydişehir çıkışındaki ışıklarda mahcup bir amcanın ‘eriğim var, ister misiniz’ teklifini de geri çeviremezdik.
Gün akşamına (evet akşamına) kavuşmak üzereydi. Önce Beyşehir’i sonra Seydişehir’i geride bırakarak tırmanmaya başlamıştık Toroslara. İnanılmaz güzel bir yoldan, kayıp renkler cümbüşünü yola serip, kıvrıla kıvrıla, kimi zaman türkülere kimi zaman geçmiş zamanın ezgilerine sığınarak yol alıyorduk. İçinden dağ geçen türküler aradık durduk önce. Ve içinden dağ geçen, adamın içinden dağ gibi geçen ayetler düşürdük nasibimize. Biraz sustuk sonra, suskunluk iyi geldi hepimize.
Akseki ilçesine şöyle bir girdik çıktık arabayla. Sokaklarında kimseleri göremedik desek yeridir. Bir eczanenin önünde durduk. Hafif boğaz kaşıntısına karşı en iyi tedbiri satın almak için eczacı beyefendiyi aradık kapıda yazan telefon numarasından. Çok sürmedi gelmesi. Biraz sohbet, biraz soru cevap. ‘Nerede kalmalıyız’ diye sordum, ‘Emiraşıklar Köyü’ndeki Ali Paşa Konağı’nda mı yoksa Ormana’daki Aydın Bey’in mekânında mı?’ ‘İkisi de güzeldir’ dedi. ‘Zaten Emiraşıklar Ormana yolu üzerinde, geçerken bakarsınız, beğenirseniz kalırsınız, baktınız uymadı devam edersiniz Ormana’ya’ dedikten sonra ‘ama bana soracak olursanız Ormana’ya gidin’ demeyi de ihmal etmedi.
Eh bize düşen de ilk öneri sonrasında yaptığımız küçük okumalarla çokça beğendiğimiz Ormana hakkında bu denli nazik bir öneri karşısında elbette Ormana’ya gitmekti. Akseki’den İbradı yönüne döndük. Birkaç kilometre sonra Emiraşıklar Köyü tabelasını görünce, köye şöyle bir giriverdik. Ali paşa Konağı denilen mekâna kadar köyü bir iki turladık gecenin bir vakti. Beğendik tabi. Hani Ali Paşa Konağı kapalı olmasaydı Ormana’ya gitmezdik. Nasibimize Ormana yazılmış bizim. Öyleyse yola devam.
Karanlık boyunca yol aldık. Sanırım bir dere yatağı üzerine kurulu köprüyü de geçtik bu arada. Önce yokuş aşağıya indik sonrasında yeniden yokuş tırmanmaya başladık. Açık pencerelerimizden içeriye dolan taze ve uzunca bir süredir hissedemediğimiz o serin hava öyle iyi geldi ki anlatamam.
Telefonda görüştüğümüz Aydın Bey bize ‘İbradı’ya girmeden gelin buraya’ demesine rağmen dayanamadık girdik İbradı’ya. Ne yalan söyleyeyim Akseki mi İbradı mı deseniz Akseki derim hiç düşünmeden. Öylesine uzak hissettim burayı. Belki tabelalar belki kahve önlerinde oturanların bakışları, tam olarak neyden rahatsız olduğumu çıkarabilmiş değilim henüz.
Ormana Köyü’ne girer girmez bizi hoş bir havanın karşıladığını söylemem gerekiyor ilkin. Daha arabanın içerisinde ilerlerken kapı önlerinde bekleşen, yolda yürüyen, kahve önlerinde muhabbete dalmış İnsanların bakışları bile ‘hoşgeldiniz’ demeye yetiyor doğrusu.
Konaklayacağımız mekân eski Ormana evlerinden restore edilerek butik bir otele ve restorana dönüştürülmüş bir yer. Meraklısı bilir, eski evlerin restorasyonlarında ekseriyetle, kullanılan mobilyalar, elektrikli/elektronik eşyalara ait kablolar, banyo ve tuvaletlerin tasarımları, yeni yaşam koşullarına göre mekânların tanzim edilme zorunluluğu bazı uyumsuzlukları beraberinde getirir. Belki duvarı, çatıyı, bahçeyi, odaları orijinaline uygun tasarlayabilirsiniz ama yukarıda bahsettiğim materyalin uyumu ayrı bir maharet gerektiriyor. Burası için yapılan restorasyon çalışmasının bu manada bir hayli başarılı olduğunu söyleyebilirim.
Aydın Bey’in misafirleri restoran olarak kullanılan bahçede oturup serin havada koyu sohbete dalmışken mutat süreçlerin tamamlanmasını bekledik hep birlikte. Sonrasında kalacağımız eve doğru geçtik.
Tahta zeminde hareketlerimize diğer oda sakinlerini rahatsız etmemek için fazlasıyla dikkat ederek çekildiğimiz odamızın penceresinden dışarıya baktığımızda, saat neredeyse gece yarısına ulaşmışken gördüğümüz canlılık çekiverdi bizi de köyün sokaklarına.
Köy bizi içine aldıkça gelenekten damıtıla damıtıla bugüne ulaşmış güzel adetlerle tanışmaya da başlamış olduk. Köyün üç camisinden birinin hemen yanı başındaki sokaktan içeriye doğru yürümeye koyulduk. Eski evler, Ağustos böcekleri, gökteki berrak yıldızlar bizi bir aile çay bahçesine götürdü. Aile çay bahçesi dediysem, laf olsun beri gelsin cinsinden değil, gerçekten bir aile çay bahçesinden bahsediyorum.
‘O bahçede kimler vardı, kimlerle neler konuştuk’ kısmını önemsediğim için izninizle bir sonraki haftaya bırakıyorum bu kısmı. Ama şu kadarını söyleyebilirim şimdilik; kaybetmiş olduğumuz usule dair müthiş ipuçları vardı bu bahçede. Onlar konuştu biz dinledik. İyi ki de öyle yaptık, ne güzel yaptık.