Orta yaşını geride bırakmış olan bedeni, yaşıtlarının hayretle gözlemlediği bir hantallığa sahipti. Bazıları için çevik olmak nasıl bir nitelik ve meziyetse, onun için de hareketlerini bu ölçüde yavaşlatabilmiş olmak bir meziyet gibiydi. Havadaki ayağını bir adımla tamamlayabilmek için, tereddüt yaşıyor gibi duraksayan bir koala kendisini anlayabilirdi belki. Ama insanlar anlamıyorlardı. Harekete geçmesi için gereken şey, bedeninin ürettiği enerjiden ve ruhunu ateşleyecek şevkten fazlasıydı. Bir kadını sevmek, baharda çiçek açmış bir kayısı ağacı, bir kedi yavrusunun büyüleyici sevimli sarsaklığı, yazın yağan bir yağmur, engin bir denizin kenarında duralamak… Bunlar biz insanlarda şöyle ya da böyle bir hayat hamlesi, bir arzu tazelenmesi, bir gençlik hülyasına denk düşebiliyorken, hemen hiçbiri onu dalgalandırmaya yetmiyordu. Ama durun: Onun bütünüyle arzudan ve hevesten arındırılmış olduğunu söylemeye dilim varmaz. Onu da heyecanlandıran; gözlerini istemsiz kırpıştırmasına, sesinin çatallanmasına, yüzünü doldurmuş organların biçimlerinin sevimli bir şekilde çarpılmasına yol açan bazı şeyler oluyordu. Böyle durumlarda, onda herkese aşina gelecek bir insanlık durumu beliriyordu. Sayıları, birkaç sözcüğüyle saymaya bütünüyle uygun dostları, böyle zamanlarda onu kendilerine yakın hissederlerdi. Onun kendilerine -ve tabii başka insanlara da- benzediği nadir anlardan birine tanık olurlardı. Bedenindeki, yerçekimine, zamana ve akan kanın hareketine direnen yavaşlığı, bir yorganı üzerinden atar gibi atar, canlanma emareleri gösterir, kış uykusundan uyanmış bir boz ayı kadar acıkmış görünürdü. Gözlerinde beliren vahşi ışık bile dostlarını tedirgin etmez, aksine arkadaşları, insan olduğuna dair en güçlü kanıtlardan biri olan bu ışığın, kısa bir süre de olsa tadını çıkarırlardı.
Peki onu yerinden kaldıran, yüzüne bir insan ifadesi yerleştiren, onu hislendiren, heyecanlandıran bu şey neydi?
Kitap. Evet, sadece kitap onun duyuşuna ve kanına iştiyak ve heves tohumları ekebiliyordu. Sadece bir kitaptan aşılanarak cümle kurabiliyor, sadece bir kitaptan hareketle bir düşünceye ulaşabiliyordu. Kitapla yaşamayan kimselerin değil, kitap okurlarının dahi anlayamadığı bir biçimde, kitap onda bilincin yerini doldurmuş durumdaydı. Kitaplara bilgiyi edinmek, edinilmiş olanı zenginleştirmek, bilgiyle ne yapılacağına dair bir rehberliğe ulaşmak ya da bakabilmenin ve gözlem yapabilmenin çeşitliliğini tatmak için başvurmak, ortalama kitap okurunun gerekçeleri arasındaydı. Onun içinse kitap bunlardan başka ve çok daha fazla bir şeydi. O kitaplara, kendisinde olanlara bir şey katabilmek için gitmiyordu. Çünkü kitaplar olmadan kendisi diye bir şeye rastlamıyordu. Kitaplar, onun kendisi diye adlandırabileceği şeye dönüşmüştü.
Hepimizin bedeni dışarıdan aldığı gıdalar ve soluduğu hava ile hareket kabiliyeti kazanabiliyor. İhtiyacımız olan enerjiyi böylelikle temin ediyoruz. Ya da şöyle söyleyelim: Hiçbirimiz, ihtiyacı olan enerjiyi kendisi, bedeninin içinde, kendi bedenî imkanlarıyla üretmiyor. Ama buna mukabil yaşamı idame etmemizi sağlayan duygu ve düşüncelere ulaşmak için, beden için yiyecek, su ve havanın tuttuğu yeri tutacak bazı harici desteklere ihtiyacımız olduğunu da düşünmeyiz. Mesela bir kavşakta iki aracın çarpışmasına tanık olmanın yaratacağı tedirginlik, dehşet ve korkuyu içimizde hazır buluruz. O tanıklık esnasında, neyi nasıl duymamız, duygu kataloğundan hangi duyguları devreye sokmamız gerektiğine dair harici bir rehberliğe ihtiyacımız yoktur. Ya da minik bir oğlağın sarsaklığı ve sevimliliği karşısında, kendi içimizde hazır bulduğumuz, kendimizin ürettiği bazı duyguları yaşarız. Bu duyguları öğrenmek için bir insanın kime ve neye ihtiyacı olabilir ki?
O ise, en temel duyguları ve en basit düşünceleri bile kendi başına üretemez durumdaydı. Bu sebeple, korktuğunu değil, korkması gerektiğini bilirdi. Korkması gerektiğini, kendisinde hazır bulduğu bir korku duygusu sebebiyle değil, oluşan durumun korkulacak bir durum olduğunu kestirmesi sebebiyle çıkarırdı. Okuduğu romanlardan derlediği yapıntı bilinci kendisine, bu durumda insanların korktuklarını bildirir, aynı romanlardaki korkan insanların tepkileri ve ruh hallerine dair kayıtları hatırlatır, böylece o da belki korku emaresi gösterirdi. Aynı sebeplerle, arkadaşlarının aracılık ettikleri bir gönül ilişkisi, kadının iki hafta içinde öfke nöbetleri geçirerek kendisini terk etmesiyle sonuçlanmıştı. Bir buluşmada, kadına duygusuz gözlerle bakmış ve kadını, kadının hemen hiçbirini tanımadığı bir sürü kadın roman kahramanına benzeterek çileden çıkmasına sebep olmuştu. Oysa o çaresizce iltifat etmeye çalışıyordu.
Bir kitap okuru olma sınırını çoktan aşmış, bir kitap oburu olma sınırını geçmişti. Kitaplar onda kendisine ait hemen hiçbir şey bırakmamışlardı. Kitaplarını elinden aldığınızda yaşayacağı şey, bir boşluk duygusunun çok ötesindeydi. Onlar olmadan duyamaz, düşünemez, tepki geliştiremez, oy kullanamaz, faturaya itiraz edemez, Allah’a inanamaz durumdaydı.
Kendisini çoktandır görmüyorum. Kendisiyle görüştüğümde beni, yazdıklarımı okuyor olması sebebiyle yadırgamadan karşılayacağını bilmek beni sevindiriyor mu, tedirgin mi ediyor karar veremiyorum.
Kitaplardan bir bilinç
