ABD’nin uçak krizinde, Rus uçağının sınırımızı ihlal ettiğine dair “bilgi desteği” ve “Rusya’nın bu problemi müttefikimiz ile itidal içinde halletmesini bekliyoruz” şeklindeki “korumacı” açıklamaları üzerine, “Suriye yüzünden ilişkilerimiz biraz gergin de olsa adamlar yanımızda olmayı bildiler, helal olsun” dedik mi, dedik.
15 Temmuz başarısız darbe girişiminde, CIA’nın etkin bir rol oynadığı anlaşılıp, ABD yönetimi de FETÖ’yü iyiden iyiye sahiplenince, ABD’ye güvenilmeyeceğini yeniden ve yeniden hatırlayıp, Rusya’ya tekrar yanaştık mı, yanaştık.
Oysa ki, hepimiz biliyoruz ki bunun ikisi de yanlıştır ve değil iki yanlış, yüz yanlışı toplasak bir doğru etmez.
Şundan ki, devletlerarası ilişkilerin, dostluk, kardeşlik, dayanışma, ittifak vb. genel “ahlaki” kelimeler üzerine kurulduğu beyan edilse de, gerçekte bu ilişkiler pragmatik ilişkilerdir; kurulan ilişkiden, elde edilecek karşılıklı menfaatler, verilene karşı neyin alınacağı önemlidir. Toplumlararası muhabbet bahsi, ilişkilerin sorunsuz devam ettiğini göstermek, yani karşılıklı ilişkide gelinen iyi seviyeyi belirtmek bakımından sıradan bir araç işlevi yüklenmekten öte bir kıymet ifade etmez.
Örneği ABD ve Rusya üzerinden verdik. Güya adı Müslüman olan ülkeler üzerinden versek de belirttiğimiz sonuç değişmez.
Örneğin, Suudi Arabistan Müslüman Kardeşler’in değil siyaset, toplumsal hayattan silinmesine mahsus olarak yapılan Mısır darbesine destek veren ülkelerin başında yer aldı.
Hem maddi olarak hem de devletlerarası planda darbeci Sisi’ye ABD’nin bölgesel planlarını güçlendirecek, tutunduracak ve Türkiye ile olan ilişkilerini riske sokacak şekilde destek veren Suudi Arabistan, 11 Eylül’de ölen ABD’lilerin Suudi Arabistan’a dava açma imkanı sağlayan “Terörün Destekçilerine Karşı Adalet” (Justice Against Sponsors of Terrorism Act — JASTA) adlı yasa tasarısının ABD senatosuna sunulması aşamasında, mevcut parasını Türkiye dahil, mevcut ilişkileri anlamında yakınında bulunan ya da komşusu olan devletlere yönlendirmeye başladı.
Senato tarafından kabul edilip, Obama tarafından veto edilen söz konusu yasa şimdi Temsilciler Meclisi tarafından tekrar kabul edildi. Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın başta Türkiye olmak üzere, ikili ilişkilerinde yeni bir dönem başlayacak; dün Sisi’yi destekleyerek tepkimize neden olan Suudi Arabistan, kısa bir süre sonra dost, kardeş, müttefik bir ülke konumuna oturtulacak.
Hakeza İran! ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nden (BOP’tan) zarar görmemek için, olası bir iç savaşı, Suriye, Irak ve Yemen üzerinden dışarıda savaşmak suretiyle kendisinden uzakta tutan ve bugün için Türkiye ile ilişkileri görünürde iyi olan İran’ın, yarın Pers asabiyetiyle yeni bir “politik numara” çekip çekmeyeceğinden asla emin olunamaz.
Hal böyle olunca “kim dost, kim düşman” şeklindeki bir sorunun, devletlerarası planda ve mutlak manada cevaplandırılması mümkün değildir.
Gerçi arz ettiğimiz tablodan hareketle, ırki (ulusçu) bir tutumu öneriyor olma, en azından bunu salık verme gibi bir tehlike de ortaya çıkmıyor değil. Ancak tezimizi ve önerimizi şu şekilde yapılandırırsak söz konusu mahzur ortadan kalkabilecektir:
Tamam, devletlerarası ilişkilerde özel manada vefaya, genel manada yürürlükteki ahlaki değerlere göre bir işleyiş söz konusu olamaz. Çünkü ekonomiden, turizme malum ilişkiler karşılıklı menfaat ilişkisi üzerine kurulur, gelişir ve yürür. Ancak mevcut yürüyen ya da yürümeyen ilişkilerden hareketle, devletlerle ilgili bir dostluk romantizmine tutulma ya da düşmanlık fanatizmine kilitlenme yönüne de gidilemez.
Her iki durum için de selim bir akılla, mutedil ve serinkanlı bir tutumla davranılması elzemdir.
Hele ABD ve Rusya’nın müşterek olarak ateş düşürdükleri yerlerde yaşayanlar bizim dindaşlarımız ise, olumlu ya da olumsuz bir tepkiyi serdetmeden önce bir defa değil, on defa düşünmek ayrıca bir zorunluluk arz eder.
Nitekim bugünlerde ABD ve Rusya arasındaki BOP çevresinde yürütülen tartışmalar, selim bir akla sahip olanları da belirttiğimiz yönde bir eylemin, eğilimin geçerli olduğunu göstermeye sevk etmektedir:
Son sekiz günde Halep’e 1700 hava akını yapan; çocuk, kadın, ihtiyar demeden tüm sivillere bomba yağdıran, Halep’te kalan son iki hastaneyi de havaya uçuran Rusya, ürettiği bu vahşeti, ABD’nin BOP planlarını bozma faaliyeti olarak göstermenin derdindedir.
Hatta Rusya daha da ileri giderek, bir Rus ajansının kelimeleriyle, “Askeri alanda yoğun faaliyetlerini sürdüren Rusya, ateşkes ve insani yardım konularında da önemli çalışmalar gerçekleştirdi. Rusya’nın Suriye’deki ateşkes izleme merkezi, çeşitli grupları ve yerleşim birimlerini ateşkes sürecine dahil etmek için büyük çaba sarf ederken, 670’den fazla yerleşim biriminin ateşkese katılması sağlandı.” şeklindeki akıl ve mantık desteğinden yoksun yorumların desteğinde, ürettiği vahşetin alkışlanmasını, övülmesini beklemektedir.
Bu bağlamda, ayrancının kefili bozacıdır kabilinden, PKK uzantısı olan PYD eş başkanı Salih Müslim de, Rus vahşetini, Suriye’yi yeni Osmanlı’nın parçası olmaktan kurtardığı gerekçesiyle alkışlama ve mazur gösterme kuyruğuna girivermiştir.
Öte yandan, Rusya ve Türkiye arasında kimlikle geçiş yapılmasının görüşüldüğü günlerdeyiz. Dolayısıyla Avucumuzun birinde, Rusya’nın saldırıları nedeniyle kanayan Halep var. Diğerinde, FETÖ örgütünün Batılı devletlerin destekleriyle ürettikleri Türkiye’yi yalnızlaştırma çabalarını boşa çıkartan Rusya ile bir dizi ilişki…
Çatışan bu iki durum, selim bir akıl ile hareket etmeyi zorunlu kılar?
Çünkü son tahlilde önemli olan Türkiye’nin ve yanı başındaki topraklarda yaşayan Müslümanların kısa ve uzun vadedeki menfaatlerdir.