Keskin dil iyidir fakat neyi kestiğine dikkat edilmelidir

Zorunlu modernler olarak yaşadığımız hayatın Batı kültüründen, daha doğru bir ifadeyle Hristiyani uygulamalardan etkilenmeye açık olduğunu inkar edemeyiz.

Bu durum, inançları konusunda Müslümanları hassas davranmaya, uyanık olmaya, kültür ve geleneklerini savunmaya açık tutar.

Dolayısıyla bu manada ortaya konulacak düşüncelerin ve uygulamaların sosyoloji esaslı münevverane bir bakış açısını oluşturmayı ve bunu sürekli yürürlükte tutmayı zorunlu kılacağı da aşikardır.

Örneğin, son yirmi sekiz yıldır, Peygamber Efendimizin doğumu çevresinde  “hafta” tanımlı olarak yapılan kutlamaların, ilk bakışta Hristiyani Paskalya Yortusu ile benzeşen yanlarının olma ihtimaline ve bu meyanda farkında olunan ya da olunmayan bir kültürel etkileşimin varlığına karşı dikkatli olunması; eğer etkileşim varsa bunların nitelik ve nicelik yönünden belirlenip, acilen giderilmesine çalışılması elzemdir.

Çünkü Peygamber Efendimizin doğumuna mahsus etkinliklere maraz bulaşmış demektir ki, bunun temizlenmesi de etkinliğin yapılmasından sorumlu olanların boyunlarının borcudur.

Ancak burada, belirlenen marazı temizlemek yerine, marazın bulaştığı şeyin kendisini ortadan kaldırmaya çalışmak, ilk bakışta radikal bir çözümmüş gibi görünse de, asıl pireye kızarak yorgan yakmak gibi bir olumsuzluğa davetiye çıkarmakla eş anlamlı hale de gelebilir.

Nitekim Kutlu Doğum Haftası, bu ülkede yediden yetmişe Müslümanlardaki Peygamber sevgisinin mevcudiyetini yeniden işaretleme işlevine sahip olduğu gibi, yine bu sevgi çevresinde özel bir buluşma, kaynaşma, elbirliğiyle bir şeyleri üretme zevkinin pekişmesini de sağlayabilmektedir.

Bu manada Diyarbakır’daki bir Müslümanla, Edirne’deki bir Müslüman Mevlid-i Şerif okumalarında, aynı kelimelerle belirlenen bir ruh iklimine ortaklaşa katıldıkları gibi, hiç değilse bu vesileyle camiler Müslümanların uğrak yeri haline gelmekte, ibadette kusuru olanlar bile burada secdeye eğilmekte, dünya telaşı nedeniyle zikirden kendilerini mahrum edenlerin dilleri de zikre durmaktadır. Bu ve benzeri ibadet ve zikirde buluşmayı sağlayan şey ise tek başına Peygamber Efendimize duyulan sevgidir.

Hal böyle olunca, Kutlu Doğum Haftası’nın kutlanmasını iptal etmek, Peygamber sevgisinin yeniden ve çoğunluk olarak hissedilmesini, idrak edilmesini iptal etmek demek olacaktır. Ki, bu da zikredilen hafta kapsamında yapılan konferanslarda, panellerde, seminerlerde, sanat sergilerinde buluşmayı, camilerde birleşmeyi ortadan kaldıracaktır.

Bundan birkaç yıl önce, Medine’deki bir günüm tam da Efendimizin doğum gününe denk gelmişti.

O günün akşamında, Türkiye’deki alışkanlıkla, Mescid-i Nebevi’de o vakte mahsus, örneğin bir hatim indirilmesini, vaaz verilmesini beklemiş; akşam namazından sonraki sessizliğin yatsı namazından sonra bozulacağını ummuştum ama değişen bir şey olmamıştı. İmam efendi yatsının farzını kıldırır kıldırmaz cemaat sessizce dağılıvermişti.

O gece Türk ziyaretçilerden oluşan bir grup, otelin yemek salonunda tilavetle, ilahiler ve Mevlit’ten kimi bahirler okuyarak Peygamber Efendimizin doğumunu mütevazı bir şekilde yad ettiler.

Şimdi ele aldığım konuyu o gün de düşünmüş ve şu sonuca varmıştım: Bir grup Müslüman, misafir olarak bulundukları mekanda kahve keyfinden, uyku keyfinden vaz geçerek, Peygamber sevgisi çevresinde özel bir buluşmayı, kaynaşmayı gerçekleştirmişlerdi. Bunu eleştirmek hiç de hakkaniyetli bir durum değildi.

Burada, sorunun Mevlid Kandili’nin idrakinden değil, Kutlu Doğum Haftası’nın bidat ve aynı zamanda ticari bir sektör oluşundan kaynakladığı ileri sürülebilir. Ancak neticede her ikisi de aynı amacın bir neticesi olduğundan, bu ayrımın tutarlı bir karşılığı söz konusu olamaz.

Bu nedenle, dini hayattaki işleyişe mahsusun kurulacak her hüküm cümlelerine dikkat edilmesiyle, yukarıda zikrettiğimiz bakış açısının oluşturulmasına dikkat edilmesiyle eş-değerde bir öneme sahiptir.

Hele hele, mevcut entelektüellik, sanatçılık, edebiyatçılık, şairlik kredisiyle keskin bir dili kendilerine hak görenlerin bu konuda daha dikkatli olmaları gerekir.

Söz konusu krediler halkı aydınlatmada, modern hurafelerle, Hristiyani etkiler taşıyan iş ve işlemlerle hesaplaşmada bir hak doğuruyor gibi görünse de, bunların neticesinde halkı Peygamber sevgisinden koparmak, ibadetten, zikirden alıkoymak şeklinde fiili ya da potansiyel bir olumsuzluğu beraberinde getiriyorsa burada ciddi bir tehlike de ortaya çıkıyor demektir.

Bu durumda hak etmeyenlerin, küçük bir yetki ilişkisi bile bulunmayanların “fetva” vermesi şeklinde bir sonuç tezahür eder ki, böylelikle olumsuzlanmak istenen mezkur haftanın muhtemel zararından daha büyük ve daha fiili bir zarar ortaya çıkmış olur.

Son tahlilde, şu iki yön (Müslümanların sorumlulukları gereğince) zorunlu olarak ortaya çıkmaktadır:

1-Niyeti, mahiyeti, formu, adı ne olursa olsun Müslümanlara mahsus kutlamaların, bunlara ilişkin etkinliklerin, Hristiyani alışkanlıklardan, temayüllerden, adetlerden, Kapitalizmin tasallutundan tartışmasız bir şekilde uzak tutulması; Din ve dindarların bunların ürettiği ve üretebileceği olumsuzluklardan mutlaka ve mutlaka korunması,

2-Bunların tez elden sağlanabilmesi kastıyla Müslümanların konferansından sanat sergilerine kadar çeşitli etkinliklerde buluşmalarının, camilerde ibadet ve zikir üzere bir araya gelmelerinin de asla engellenmemesi, gerekir.

Daha özet bir söyleyişle, bir ifadenin netliğinin sağlaması açısından “keskin dil” iyidir fakat onun neleri kestiğine özellikle dikkat edilmelidir.