Kemal Sunal ve Fetullah Gülen

Kemal Sunal ve Fetullah Gülen arasında ilginç bir benzerlik var desem ve bu cümlemi sadece bu kadarıyla bırakacak olsam eminim ki üzerinizde bir şaşkınlık hali bırakmış olurum. O halde şöyle izah etmeye çalışayım söylemek istediğim şeyi.

Kemal Sunal tiplemelerinin toplumda bu denli karşılık bulmuş olmasının, bahse konu karakterlerin toplumun en alt seviyesindeki insanlara göre kurgulanmış olması ve dolayısıyla bu karakterin kazandığı ‘zaferlerin’ mutlu edici oluşu ile doğrudan ilgisi olduğunu düşünüyorum.

Bu filmlerle birlikte, kendisini daima ezilmiş, horlanmış, ötekileştirilmiş olarak kabul eden ‘iyi’ insanların da kazanabiliyor oluşuna mizahi bir üslup yüklenmesi ile birlikte, toplumda kabul gören bir damar üretilmiş ve insanların Kemal Sunal tiplemeleri ile birlikte kendilerini iyi hissetmeleri mümkün hale gelmiştir.

Temel espri, toplumun alt katmanlarının, bu filmlerdeki karakterle rahatlıkla özdeşlik kurulabiliyor olmasını temin etmek üzerine kuruludur. Ve bu filmler vasıtasıyla istenen şey başarılmış, toplumun önemli bir kısmı mutlu edilmiştir. Bu mutluluk biçiminin sorun çözücü olmadığını öyle sanıyorum ki söylememize gerek yok. Bahse konu tatmin geçicidir. İşte bu yüzdendir ki, bahse konu filmlerin, sürekliliği önem arz etmiştir.

Fetullah Gülen’in kurguladığı ya da Fetullah Gülen’in eline kurgulanarak verilmiş modelin de benzer bir yanı söz konusudur.

Toplumu oluşturan bireylerin türlü hamlelerle bir türlü elinden alınamamış inanma ihtiyacının, hayatını anlamlandırma çabası içerisine girmiş olanların dinle bir şekilde tesis etmek istedikleri bağı kurmaya dair arzuların, dinle tesis edilmiş bağla birlikte dini alana ilişkin olarak bilgilenme isteğinin tatmini karşısında ortaya çıkan koskoca bir boşluğun doldurulduğuna şahitlik ettik.

Bu boşluk doldurma hali, bir yaraya esaslı bir şekilde müdahale etmek şöyle dursun, beraberinde bir sığlığı ve yüzeyselliği de getirmiştir.

Fetullahçı Terör Örgütünün sohbet evlerini kabaca tasvir edecek olursak şöyle bir manzarayla karşılaşırız;

Sohbet halkaları hayata bakışı meslekleri dolayısı ile birbirine benzeyen ve meslekleri üzerinden hayatı yorumlama kabiliyetini elinde bulunduran küçük topluluklardan oluşmuştur. Doktorlar grubuna hukukçular, öğretmenler grubuna öğrenciler, küçük esnaf grubuna sanayiciler karıştırılmaz.

Sohbetin üç safhası vardır;

  1. Selamlaşma, merhabalaşma, tanışma safhası: Bu safhada katılımcıların, zaman zaman sohbet yönlendiricilerin de katkısıyla küçük, samimi temaslar kurması sağlanır. Ağızda hoş bir tadın kalmış olması esastır. Sürecin ekseriyetle gülümsemeler eşliğinde ilerlemesi sağlanır.

  2. Dini sohbet safhası: Yukarıda bahsetmiş olduğum inanma ihtiyacının getirisi olan hususların ‘yüzeysel’ tatmininden ibaret bir safhadır burası. Genellikle ilahiyat fakültesi öğrencisi, din dersi öğretmenleri ya da ilahiyattan yeni mezun olmuş kişilere emanet edilmiştir topluluk. Derinlikli bilgi yoktur. Topluluk tartışmalı bölgelerden uzak tutulur. Mesela “gıybet haramdır abiler” cümlesini kuran hocaya karşılık olarak topluluk içinden mesela “evet hocam, ölü kardeşinin etini yemek gibi değil mi” tepkisi beklenir. Bu ya da benzeri bir tamamlama cümlesi hayati öneme sahiptir. Bu cümleyi kuranlar gerek hoca tarafından, gerekse de sohbet halkasının yönlendiricileri tarafından takdir edilir ve bu kişinin kendisini iyi hissetmesi sağlanır. Bu iyi hissetme hali süreklilik kazandığında sadık bir müşteri kazanılmış demektir.

  3. Güncele dair kanaat oluşturma safhası: Sohbet biter, çay, pasta, börek faslı başlar. “N’aber abi”, “iyi senden n’aber”, “ya gördün mü filanı tutuklamışlar”, “evet abi ya, büyük operasyon valla”, “ama bence üzerine gidilmeliydi çoktan bu hususun” tarzındaki konuşmalar yine ortamın yönlendiricileri tarafından bir yere doğru sürüklenir. Herkesin kanaatlerini ortaya koyduğunu sanmaları sağlanır. Oysaki, ortamın, nezaketi arasına gizlenmiş “kanaatleri bir yere doğru kanalize etme çabası” söz konusudur. Lakin ortamda bunu fark eden hemen hemen hiç kimse yoktur. Zira herkes kendisini iyi hissetmektedir. Maksat, bu toplulukta gündem haline getirilmiş olan konu hakkında ortak bir kanaatin oluşmasını temin etmektir.

Sonuçta herkes gecenin sonuna doğru evine bu oluşmuş kanaatlerle gidecek ve sabaha dek şahsın zihninde başkaca bir kanaat oluşması eğer mümkün olmamış ise, işyerleri, okullar, sosyal ortamlar vasıtası ile geceki ortamda zihinlerde oluşması temin edilmiş kanaatler toplumun kılcal damarlarına şırınga edilecektir.

Bu davranış biçiminin bir de sosyal medya, televizyon kanalları ve gazeteler ile desteklendiğini ve bu mecralarda da bahse konu örgütün etkinliğini düşündüğünüzde neredeyse bütün ülkede bir tek kanaatin oluşmasına dair zemin hazır demektir. Sonrasını zaten biliyorsunuz.

Bu yazının konusu, yüzeyselliğin, anlık tatmin etme organizasyonlarının insanlar üzerinde bıraktığı geçici lezzete dairdir. Geçici olmasına geçici ama, haftalık ya da belirli zaman aralıklarıyla sürekli hale gelen, güldürmekten fırsat bırakıp da düşündürmeyen, malumat sahibi yapmak sureti ile üretilen körlük halinden dolayı bilgi derinleşmesine olanak tanımayan, bir yerde bırakmayan ama bir yere de götürmeyen bu “iyi hissettirme teşebbüsleri” toplumda bir vazife de görmüştür kuşkusuz.

Hem ekrandaki Kemal Sunal hem de karakterlerinin hem de evlerdeki Fetullah Gülen karakterlerinin yaşattığı bu anlık, geçici mutluluk tablosuna maruz kalanların nereye sürüklendiklerini biraz düşünmenizi isterim. Hangi Kemal Sunal filmi gelir adaletsizliğine karşı çözüm önerilerine yöneltmiştir izleyenlerini? Ya da hangi Fetullah Gülen menkıbesi, muhatabının din üzerinden günümüz meselelerine yönelik çaba sarf etmesine yol açmıştır?

İster televizyonun karşısında ister bir ev abisinin karşısında hipnotize olun, hiç fark etmez. Sizin kendinizi bu yollarla iyi hissetmeniz, iyi hissetme ihtiyacınızın daha esaslı bir şekilde tatmini için bulacağınız başkaca her türlü yoldan daha evladır mevcut sistem için. Oysa bizim, iyi hissetmeye değil, iyi olmaya, iyilerden olmaya ihtiyacımız var.

Şunu da söylemeden geçmeyeyim; elbette ki, filmler toplumsal sorunlarımıza temas edecektir ve elbette ki, cemaatler ya da benzeri yapılar insanımızın inanma ihtiyacının, dini anlamda bilgilenme ihtiyacının tatmin edilmesine yönelik olarak birtakım çalışmalar içerisinde olacaklardır, olmalıdırlar da. Ama bu şekilde değil; daha esaslı, daha derinlikli ve muhatabını bulunduğu durumdan bir üste taşıyacak ve bu yönüyle düşünüldüğünde “iki günü birbirine eş olmayan bireyler” oluşturulmasına imkan tanıyacak şekilde.

Evet, Kemal Sunal ölmüş ve filmlerinin devri kapanmış olabilir. Evet, Fetullah Gülen’in ne mal olduğu ortaya çıkmış ve toplumsal karşılığı büyük ölçüde yerle bir edilmiş olabilir. Lakin bahsettiğimiz sorunun devam etmediğini ne kadar iddia edebiliriz? Bana kalırsa sorun devam etmektedir.