Cemal Ahmet Kaşıkçı, Türkiye’de mukim, Suudi Arabistan vatandaşı bir gazeteci.
İstanbul’da 2 Ekim günü nikah işlemleri için çağrıldığı Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’ndan halen çıkamadı. Suudi, Mısır ve BAE bağlantılı bir tim tarafından öldürüldüğüne hükmediliyor artık ama bu henüz kesinleştirilebilmiş değil.
1958’de Medine’de doğan Cemal Kaşıkçı, yüksek öğrenimini ABD’de yaparak, ülkesinde gazeteciliğe başlamış. Sekiz yıl kadar Al Madina gazetesini, dört yıl kadar da Arab News’i yönettikten sonra Al-Watan’ın yazı işleri müdürlüğüne getirilmiş. Eleştirel yazıları nedeniyle bu görevde ancak elli iki gün kalabilmiş. Bunun üzerine ülkesinden ayrılan Kaşıkçı, İngiltere ve ABD’de Suudi Arabistan Büyükelçiliği yapan Prens Türki al-Faysal’ın danışmanlığına getirilmiş. 2008 yılında Al-Watan’ın yazı işleri müdürlüğüne tekrar getirilse de yine aynı nedenle iki yıl sonra işine son verilmiş.
Dolayısıyla Kaşıkçı, sıradan bir isim değil, maruz kalmış olabileceği muhtemel son da kolayca sineye çekilebilecek bir durum değil. Nitekim olayın duyulmasından sonra ABD Başkanı Donald Trump başta olmak üzere, dünya liderleri peş peşe açıklamalar yaparak, Suudi Arabistan’dan bilgi talep ettiler ki, böylece Kaşıkçı’yı sessizce ortadan kaldıracağını zanneden Suudi Arabistan’ın başı iyice sıkıştı.
İnfaz ile ilgili emri verdiği tahmin edilen Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, konunun fazla gürültü çıkarmayacağını ve ilgili kimi itirazların da birkaç gün içinde unutulacağını zannetmiş olmalı. Ama herkesin dilinde olan bu değil; asıl konuşulan konu, Veliaht Salman’ın Trump’ın hakaretleriyle derin bir şekilde çizilen karizmasını bu olay sayesinde unutturmayı hedeflerken, baltayı taşa vurduğudur. Kısaca Veliaht Salman’ın yaşadığı şey yıkım üstüne yıkımdır.
Gerçekten de Trump’ın öyle sosyal medyadan filan değil, doğrudan mikrofondan yönelttiği hakaret yenilir yutulur cinsten değildir.
Büyük güçlerden birine bağlı olarak şekillenen ulus devlet gerçeğini de ifşa eden o hakaretin özü, özeti Trump’ın şu kısacık açıklamasındadır: “Suudi Arabistan’ı koruyoruz. Onlar zengin diyebilirsiniz. Ve Kral’ı, Kral Selman’ı seviyorum. Ama ona dedim ki ‘Seni koruyoruz —biz olmasak orada iki hafta bile duramazsın- Ordun için ödeme yapmalısın.”
Tek kelimeyle ulus devlet olmanın, başka bir güç adına kral, cumhurbaşkanı, komutan sanlarıyla bedelini ödeyerek yetki kullanmanın bir sonucudur bu hakaret.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Trump’a verdiği cevap da deyim yerindeyse söz konusu hakaretin üzerine tüy dikmekten başka bir şey olmadı.
Şöyle ki, Veliaht Salman “Suudi Arabistan, ABD’den önce vardı. 1744’ten beri var. ABD’den 30 yıl önce var olduğuna inanıyorum” diyerek “var” ve “inanıyorum” tereddütüyle yaptı cevabındaki ilk komikliği.
Zira 1744 Suud kabilesinin gelecekte ulus devlet olmak şartıyla Osmanlı’ya ihanet etme konusunda İngilizlerle anlaştığı ve o uğurda İngiltere’nin yönetim ve yönlendirmesine tabi olmayı kabul ettiği yıldır.
İngiltere, Suudileri kendi ölçülerine göre yaklaşık iki asır boyunca “ehlileştirmeden” onlara uluslaştırılmış (uydulaştırılmış) bir devleti layık görmedi. Diğer bir söyleyişle İngiltere, Suudileri inanç, ahlak, kültür, bedel ödemeye yatkınlık yönünden yeterince terbiye ettiğine kani olmadan, onları Amerika yönetimine sunmadı ki, bunun dönemi de 2. Dünya Savaşı sonrasındaki yeni paylaşım dönemidir.
Diğer bir husus, Veliaht Salman’ın “ABD’den aldığımız bütün silahların parasını ödedik” diyerek, Trump’ın uydu devlet vurgusuyla açık açık talep ettiği koruma bedelini, silah alımıyla saptırmaya çalışmasıdır.
Veliaht Salman’ın “Başkan Trump istediğiniz başka şeyleri yaparsa babanızla ilgili söylediği kaba sözleri görmemezlikten gelir misiniz” sorusuna, “sahibimdir, bazen sever bazen döver” tarzında cevap vermesi ise, Suud kabilesinin İngilizler tarafından iki asır boyunca gerçekten sahiplerine yaraşacak denli iyi ehlileştirildiğinin belgesi gibidir.
Sonuç olarak, Veliaht Salman’ın Trump’a verdiği cevap, Kayahan’ın meşhur çocuk şarkısındaki “Bir aslan miyav dedi / Minik fare kükredi / Fareden korktu kedi / Kedi pırr uçuverdi / Yalan mı? / Tuhaf mı? / Yoksa İnanmadın mı?” şeklindeki sözleri aratmayacak cinstendir.
Ama unutturması mümkün olmayan malum gerçekliğe ve muhteşem komediye rağmen değil mi ki, ortada bir infaz vardır; aynı zamanda İstanbul’un göbeğinde operasyon yapmakla, Türkiye’yi güvensizleştirme teşebbüsü vardır.
Gerçek kralına itaatte, haraç ödemede kusur etmeyen bir karton kralın, ona göre gözünün daha da dönmüş, daha pervasız ve daha zalim olması da insani bir gerçekliktir ki, bu da Kaşıkçı’nın akıbetinin açıklıkla ortaya çıkarılmasını zorunlu kılmaktadır.