Cemaat kavramını “Üç kişi yola düştüğünüzde içinizden birini imam seçiniz” tavsiyesindeki basitlikten çıkarıp bir holding algısı oluşturacak düzeyde organizasyonel yapıya büründürmek bu kavrama yapılacak en büyük haksızlıktır.
Cemaat zaten bulundukları durum itibarı ile bir arada olanların anlamlı bir birlikteliğe yolculuğudur. İçlerinden birini kendilerini geri çekmek sureti ile öne çıkarırlar ve böylece imamlarını belirlemiş olurlar.
Nevzuhur cemaat yapısında durum farklıdır; biri çıkar ve ‘adam toplamaya’ başlar. Bir hedef için kurulmuş şirket benzetmesinden yola çıkacak olursak, patron vardır, başkanı ve üyeleri ile yönetim kurulu mevcuttur, genel müdür ve yardımcıları, birim müdürleri, şube müdürleri, il temsilcilikleri vardır. Tüm bu mevkilerde işleri yürütecek çalışanları da unutmayalım. Ve tüm bu organizasyon tesis edildiğinde organizasyonun devamını teminen müşteri kitlesine ihtiyaç söz konusudur. Bir yandan sadık müşteriler elde tutulmalı diğer yandan da sisteme yeni müşteriler dahil edilmeli. Tabii müşteri demişken, müşteriye satılacak bir şeylerin de olması gerekir.
Aylardır konuştuğumuz cemaat kavramını Müslümanlardan çalma teşebbüsünde yakayı son anda ele vermiş örgütten bahsederken doğal olmayan komplike bir sistemden bahsediyoruz aslında.
Bugün çoğunlukla itiraz edilen şey, müşterilere -ki buna sosyolojide taban diyorlar- satılan şeyin muhteviyatıdır. Gizli ajanda, paralel din, takiyye, ele geçirme, kendilerine bir iktidar alanı oluşturma vaadi, bu alanın daima -üstelik kendilerinden olmayana yer bırakmayacak şekilde- genişletilmesi, şaşaa, takdir edilme mekanizmaları, alkışlar, güç birlikleri, inanma ihtiyacını tatmin, seyahatler, bürokraside iş çözüm önerileri, ticaretlerine sağlanacak açılımlar, müşterilerin birbirleri ile dayanışmaları vs vs.
İşte burada müşteriye bir şey satmak için ihtiyaç duyulan etki devreye giriyor; reklam.
Çok detaya girmeden kısa bir arama motoru aramasıyla şu tanıma ulaşabilirsiniz; reklam, “insanları gönüllü olarak belli bir davranışta bulunmaya ikna etmek, belirli bir düşünceye yöneltmek, dikkatlerini bir ürüne hizmete, fikir ve kuruluşa çekmeye çalışmak, onunla ilgili bilgi vermek, ona ilişkin görüş ve tutumlarını değiştirmelerini veya belirli bir görüşü ya da tutumu benimsemelerini sağlamak amacıyla oluşturulan; iletişim araçlarından yer ya da süre satın almak yoluyla sergilenen ya da başka biçimlerde çoğaltılıp dağıtılan ve bir ücret karşılığı oluşturulduğu belli olan duyuru”dur.
Bir başka tanımda ise reklam “bir şeyi halka tanıtmak, beğendirmek ve böylelikle sürümünü sağlamak için denenen her türlü yol” şeklinde tanımlanıyor. TDK sözlüğünde “bir amaç için kullanılan yazı, resim, film vb” şeklindeki bir tanıma da rastlıyoruz.
Fethullahçıların çok iyi ‘reklam’ yaptıkları aşikar; seyahatler, siyasetçilerle yapılan açılışlar, sansasyonel etkinlikler, haftanın bir günü yapılan ev sohbetleri, toplumun sosyalleşme ihtiyacına yönelik faaliyetler, okulları, okullarında bulundurdukları başarılı öğrenciler üzerinden kamuoyunda oluşturdukları başarı odaklı algı, üniversite sınavında derece yaptıktan sonra dershanelerinin tişörtleriyle poz veren öğrenciler, uluslararası aktörler tarafından gördükleri itibarın paketlenerek kamuoyuna sunulması, yumuşak ses tonu, dildeki nezaket, kendilerine has gülümseyişler, gazeteleri, dergileri, televizyon kanalları hep bu reklam faaliyetlerinin usulleri arasında yer almıştır.
Bütün bunların yanı sıra, Allah, peygamber, kitap, hadis, din, iman, ibadet, namaz, cennet, ahlak, cemaat, hizmet, zekât, infak, sadaka, yardım, burs, kurban, himmet gibi İslami kavramlar da reklamlarda bolca kullanılmaktaydı.
Öyle ki, bu reklam süreci toplumun vasatı şöyle dursun uç sayılabilecek İslamcılarını bile etkilemiş, kimi İslamcılar arasında “eğitim konusunda bunlar çok iyiler, aslına bakarsan milli eğitimi de bunlara bağlamak lazım” fikri dolaşıma girmişti.
Bu algı, kimi zaman doğrudan mensup/taraftar olmakla gelişirken kimi zamansa bu örgütten uzak olmakla beraber iyi niyetli, hoşgörülü, anlamaya çalışmaların bir sonucu, bir getirisi olarak oluştu. Örgüte mensup olmayanların bu kabulü yeni bir müşteri kitlesini de beraberinde getirmişti Fethullahçılar açısından. Bundaki en büyük pay 2010 yılı 12 Eylül’ünde gerçekleştirilen referandum için Fethullahçıların canhıraş bir şekilde ‘evet’ yönlü çalışmaları olmuştur. Kuşkusuz bu da bir başka açıdan, kamuoyunu etkileme ve bir düşünüş biçimine sevk etme bağlamında reklam niteliğinde bir davranış biçimidir.
En nihayetinde; dershanelere dokunulunca maldaki defonun ipucu da ortaya çıktı. Defonun ipucunu eline alan, çektikçe malın öyle pek de ahım şahım bir şey olmadığını görmüş oldu.
Reklamcılıkta bir laf vardır; iyi reklam kötü malın batışını hızlandırır.
Başlangıçta her şey güzeldir. Kendi halinde yürüyen bir sistem vardır. Her malın bir alıcısı olduğu gibi adına hizmet dediğiniz şeyin de bir alıcısı vardır. Ama siz bunu hesapsızca, hadsizce, başka hesaplar güderek, şımararak, başkalarını hiçe sayarak, malınızın sergilendiği raflardaki diğer ürünleri yok sayarak, acımasız rekabet ortamı üreterek bir reklam kampanyasına girişip kitlelere hiç umulmadık bir hız katsayısı ile ulaşırsanız, aslında kötü olan ürününüzün kötü oluşu gerçeği ile toplumun zamanından evvel buluşmasını da organize etmiş olursunuz farkında olmadan.
Ve malın batış süreci başlar. Hiç hesapta yokken, geçmişte ortaya koyduğunuz ürüne dair nahoş anıları olan, Allah rızası için ses çıkarmayan, la havle çekip tahammül safına çekilenler toplumsal hafızanın müzesine kaldırılmış olan kötü hatıralarını bugüne hızla taşırlar ve şaşkına dönersiniz. Bir de bakmışsınız alacaklılar belirmiş kapınızda. Bir değil, üç değil, beş değil… Koskoca bir toplum yarım asırlık hakkını tahsile gelmiştir.
Capital dergisinin “50 Bin Marka Nereye Gitti?” başlıklı bir dosya çalışmasına rastladım. Dosyada eski reklamcılardan Ersin Salman’ın bir hatırasına yer veriliyor. Şöyle diyor Salman; “Artık üniversitelerde ders konusu olarak okutulan, tartışılan bir örnek var ki, kampanyasını benim de kurucusu ve ortağı olduğum Ajans Ada yürütmüştür: Jill çorapları… ‘Atın, atın, eskimiş çoraplarınızı atın, Türkiye’ye Jill geliyor’ diye, lansmanı büyük iddialarla yapılan Jill, çok kısa sürede batmayı başarmıştı.
Müşterimiz, en ileri teknolojiyle, çok kaliteli hammaddeyle, şimdiye kadar görülmemiş mükemmellikte bir kadın çorabı üreteceğini belirtiyordu. Jill, çok ince, çok hafif olacaktı ama kolay kolay kaçmayacaktı. Yaptığımız kampanya çok güçlüydü, 2 bin figüranın rol aldığı büyük bir lansmanla piyasaya çıkmıştı Jill. Bütün kadınlar satın almıştı ürünü. Ama sadece birer kez almışlardı. Ve Jill parlak bir örnek olarak, kayan bir yıldız gibi ışıltılarla batmıştı. Evet, reklamcı atasözü doğrulanıyordu: iyi reklam, kötü malı daha çabuk batırır.”
Yıllarca reklamlarını izlettiler bizlere, ama bu toplum bu kötü malı, kullanım periyodu kişiden kişiye farklılık gösterse de sadece bir defa satın aldı. Reklam iyiydi ama mal çok kötüydü. Çöküş artık başlamıştır ve artık size düşen yapayalnız kaldığınız küçük dünyanızda en iyi ihtimali değerlendirip tövbeye sığınmaktır. Ha bu arada tövbe de bir nasip meselesidir, unutmamak lazım gelir.