Onu ilk gördüğümde kısılan gözleriyle gülümsüyordu. Kahverengi takım elbisesinin altında ne açık ne koyu diye tanımlayabileceğim bir gömleği olduğunu hatırlıyorum. Vazgeçilmezi olduğunu bir çırpıda anlayabileceğiniz -hafızam beni yanıltmıyorsa- Drina sigarası ve kahvesinin dostluğuna bizi de ortak etmiş, o küçücük masaya sığınıvermiştik biz de. Ya gözlerimizin içine bakarak susuyor/konuşuyordu ya da kestirdiği en uzak noktaya dikerek gözlerini bizim içimize dalıyordu. Türkiye’den, Türkiye’deki akrabalık ilişkilerinden, güneydoğumuzdan, Bosna’dan, tarihten, savaştan, barıştan, uzak ihtimallerden, kısacası çok geniş bir çerçeveden başlayan sohbetimizin nasıl da kıvam bulup tercümana gerek kalmadan, o kadar kısa süre içerisinde sadece birbirimizin gözlerine bakarak anlaşabilir hale geldiğine bugün bile hala şaşırıp kalıyorum. Sımsıcak biriydi işte.
2007 yılında sevgili Selahattin Yusuf ile birlikte bir televizyon programının demo çekimleri için gittiğimiz Bosna’da, sanki geçtiğimiz yılki ortamda nasıl bıraktıysak öyle bulmuş gibiydik kendisini. Birbirinden ayrı düşmüş iki ayrı coğrafyanın edebiyatı üzerine, edebi metinlerin Türkçeye ve Boşnakçaya çevrilmesinin kaçınılmazlığı ve kültürel üretimlerin arkeolojisi üzerine uzun uzadıya konuştuğumuzu hatırlıyorum. Tadı damağımızda kalan bir sohbet olmuştu doğrusu. Onu Drinasına ve kahvesine emanet ederek ayrılmıştık yanından.
Srebrenitsa’da olan biteni en güzeliyle anlatmış üç isim vardır daima zihnimde. Biri o meşhur fotoğrafları çeken Tarık Samarah, bir diğeri Srebrenitsa Cehennemi’nin şairi Cemaluddin Latiç ve bir diğeri de mütevazı kahramanımız İsnam Taljic’ti.
İsnam Amcanın -ki kendisine amca demek benim için inanılmaz keyifli bir şeydi- Srebrenitsa’nın Romanı ismiyle birçok dile çevrilmiş olan romanının Türkçeye kazandırılması hususunda öncülüğüm olduğu için kendimi şanslı sayıyorum. Konuyu açtığım Münir Üstün’ün hiç tereddütsüz bir şekilde kitabı Türkçeye kazandırmış olması hem İsnam Amcayı hem beni ziyadesi ile mutlu etmişti.
Sonrasında Saraybosna’ya her gittiğimde kendisi ile bir şekilde temas kurmaya çalıştım. Eşimi dostumu, birlikte seyahat ettiğimiz arkadaşlarımı bir şekilde İsnam Amca ile aynı masaya oturtmaya çalıştım. Hemen herkesin benim kendisinden etkilenme düzeyimde etkileniyor olduğunu görmek beni ayrıca mutlu ediyordu.
Bir Mostar ziyaretimiz sonrasında, Mostar’daki camilerin bir müze gibi paralı hale getirilişi karşısında yaşadığımız şaşkınlık halini kendisi ile paylaştığımızda, hani derler ya ‘bir dokun bin ah işit’ diye, işte o minvalde içini dökmüştü bize. Yüzünün yere düştüğünü, mahcubiyetini ve Bosnalı Müslümanlar adına özür dilemeye yeltenişini hiç unutamıyorum. Sonrasında bütün bir yükü, kendimizi meseleden sıyırarak onun omuzlarına yükleyişimin farkına varmış ve yaptığımızdan dolayı pişmanlığımızı dile getirdiğimizde kendisi ile ilk karşılaştığımızdaki gibi yeniden gülümsemeye başlamasına tanıklık etmiştik. Sorunlarımız orada başka bir formda bizim ülkemizde bambaşka bir formda zuhur ediyordu oysa. Kırdığımız potu nezaketi ile yine başka bir sahaya oldukça anlamlı bir biçimde taşımayı başarmıştı. Bir şekilde bu ‘usulsüzlüğümüzü’ kırmamız, ardımızda bırakmamız gerektiğini konuştuk durduk.
Bir başka görüşmemiz Fatih Sultan Mehmet Han’ın hayatını romanlaştırmaya çalıştığı bir döneme denk gelmişti. Heyecanla ‘Sevgili Yusuf ne buldum biliyor musun’ diye girmişti lafa büyük bir heyecanla. Fatih Bosna’yı fethetmeye geldiğinde çoğu atlı tam on bin Müslüman Bosnalının Fatih’i karşıladığını ve bunun başlı başına müthiş bir hikâye olduğundan dem vurmuştu. Gözleri parlıyordu.
Geçtiğimiz hafta Perşembe günü sevgili Ayhan Demir’den kendisinin vefat ettiği haberini aldım. Yaşadığım hüznü tarif edebilecek durumda değilim. Bosna ile kurduğum o kuvvetli bağın en önemli halkalarından birini daha yitirmiş durumdaydım neticede. Elimde onun aziz hatırası, yazdığı telefon mesajları, attığı mailler, bayram tebrik mesajları ve imzaladığı kitaplar var şimdi.
Hani olur ya belki Türkçeye Srebrenitsa’nın Öyküsü adıyla çevrilmiş kitabı dışındaki kitaplarının tercümesine önayak olabilirsem kendi adıma iyi bir iş yapmış olacağım.
Allah rahmet etsin, mekanı cennet olsun.