İslamcılar kaç pâre

İslamcılık bir dernek, vakıf, parti değil.

Dolayısıyla bir tüzüğü, yönergesi, yönetmeliği yok.

Ama bir oluşum (te­şekkül) neticede.

Üyesi, lideri, başkanı, abisi, yönetim kurulu vs. olmayan bir oluşum.

Kendisini doğrudan ondan, ona ait ya da taraftar olarak görenlerin inançlarından beslenen ortak hassasiyetler ve eylemler yoluyla ancak görünürlüğe çıkabilen bir oluşum.

Bir şeyin mensubu, taraftarı varsa muarızı, düşmanı da olacaktır; üstelik tanımlayamadığı (maddileştiremediği) şeyden nefret eden şu “modernler zamanı”nda bunların sayısı az da olma­yacaktır.

Son 90 yıldır baskın bir eğilim haline gelen, “İslamcıları kategorize etme” tutumu da nitekim onlardan kaynaklanır.

Ulusal savaşta kavuk ve cübbelerini çıkarıp, kalemlerini kutularına koyup, demir çarık ve kaputlarını giyinerek halkı cihada davet etmek, kur­tuluş için taraftar kazan­mak çabasıyla Anadolu’yu adım adım dolaşan alimler ve Müslüman mü­nevverler, Cumhuriyet’in ilanından sonra “muasır medeniyetin düşmanları” olarak tanımlanıp, yeni sistemin dışına düşürül­düler.

12 Eylül darbesinde İrancılar olarak kategorize edilmek istendiler ve o zamanki DPT’nin (birisi bakanlık da yapmış) kimi faşist abilerine, devletin bekası adına onları fişleme görevi verildi.

28 Şubat’ta ise İmam Hatip’te okumuşlar, eşleri ve kızları başörtülü olan­lar, memur olup da içki içmeyenler, iyi kebap da yaptıkları halde müşteri­lerine içki ikram etmeyen lokantacılar… bu kategori­ye dahil edilerek kapsamı çokça genişletilmekle kalınmayıp, bunların haklarından ancak “bin yıl sürecek” kesintisiz bir operasyonla gelinmesi planlandı.

İslamcılar için son kategorize etme denemesi ise Paralel Yapı’nın payına düştü.

İlk bakışta, eski bir İs­lamcının assitliğinde, yine eski bir faşistin gol atma çabası olarak görünen bu durum, Milli Nizam Parti­si’yle (1970-71) birlikte siya­si literatüre giren “Siyasal İslamcılık”tan, mensubu olduğu Nur Cemaati’nin parçalanması yoluyla en büyük zararı gördüğüne inanan Paralel Yapı’nın (hazır İslamofobya da Avrupa ve Amerika’da azdırılmışken) intikam alma çabasından başka bir şey değildi.

17/25 Aralık’taki seçim ayarlı darbeye çıkarken, önce “öldü” şeklindeki yaygarayla, İslamcılık hükümsüzleştirilmeye, AK Parti yalnızlaştırılmaya ve dolayısıyla onun yerine (Müslümanları temsilen) Paralel Yapı’nın ikame edilmesine çalışıldı. Said Nursi’nin adı, düşünce­leri ve eylemi üzerinden yapılan güzellemelerle Paralel Yapı’nın liderine ve mensuplarına bu yönde meşruiyet kazandırmak için (seçim ittifakları dahil) yoğun bir çaba sergilendiyse de bunun halk nezdinde bir karşılığı oluşmadı.

17/25 Aralık’tan sonra, dış bağlantıları da iyice ifşa olan Paralel yapı, İslamcı­ları içeride AK Parti’ye nis­pet edilen olumsuzluklara itiraz etmeyenler, muhalif kimliğini kaybederek dev­letle bütünleşenler, MİT’e ispiyonculuk yapanlar şeklinde damgalamaya çalışırken, dışarıda da mu­temet bir muhbir diliyle onu kötülemeye başladı. Güya siyasal İslamcılar, “ci­hatçı” anlayışları nedeniy­le teröre destek veriyorlar, kullanılmaya da elverişli, lideri de zaten zalim ve aynı zamanda diktatörlük heveslisi olan AK Parti yoluyla dünya sistemine kafa tutuyorlardı.

Paralel Yapı’nın İslam­cıları yeniden kategorize etme çabasından, kendisi­ne arka çıkmayıp, bilakis İsrail yandaşlığı nedeniyle eleştiren tüm Müslüman­ları yok etmeye evrilen mezkur tutumunun şu yönde bir etkisinin olduğu da söylenebilir:

Kemalistlerin, ulusol­cuların ve kimi liberaller entelektüellerin de (düşmanımın düşmanı dostumdur anlayışıyla) destek verdikleri mezkur söylem, İslamcıların AK Parti’yle birlikte anılmala­rına neden olmuş ve do­layısıyla İslamcılığın hali ve geleceği AK Parti’nin geleceğine bitiştirilmiştir.

Bunun sakıncalarını bilenlerden, en azından bildiklerini sanan ve aynı zamanda iktidar nimetle­rinden yeterince yararlan­dırılmadıklarını düşüne­rek AK Parti’ye düşman olanlardan (az sayıda da olsa) ekran bülbülü rolüy­le yeni bir muhalif grup yaratılmıştır.

Çok daha önemlisi, söz konusu kategorizasyon tam işlevsel olmayıp, asıl hedefine ulaşamasa da, İs­lamcılığın tanımı ve İslam­cının kimliği konusunda zihinlerin karışmasına ve buna bağlı olarak İslamcı­ların birkaç gruba ayrıldığı kanaatinin doğmasına imkan sağlanmıştır.

Buradan bakıldığında, İslamcıların:

Sivilleşmeye, özgür­leşmeye ve millileşmeye yönelik devrim niteliğin­deki yeni karar ve uygul­maları, uzun süreli bir hasretin karşılığı sayarak, devlet ve iktidarla mesa­felerini yeniden belirleme (tanımlama) ihtiyacı da duymaksızın AK Parti’ye koşulsuz destek verenler ve dolayısıyla bu sayede iktidar çarkının doğrudan içinde yer alanlar,

AK Parti’nin son tahlilde demokratik laik sosyal bir hukuk devle­tinin partisi olduğunu düşünerek, onunla kendi aralarında makul bir me­safe oluşturup, gerekli ve doğru işlerinde destek­lenmesini ancak yanlış yaptığında eleştirilmesini zorunlu bir durum olarak görenler,

Gezi eşkıya kalkış­masıyla, 17/25 Aralık seçim ayarlı darbe teşebbüsünü AK Parti’nin kendi ürettiği olumsuzlukların bir so­nucu sayarak, kenardan seyredenler,

Edebiyat çabalarının beyaz-kemalist hegemon­ya tarafından tezkiye edilmesini bir saplantıya dönüştürdükleri için aynı olaylarda, mezkur kesim­lere sözlü ve yazılı destek verenler,

Hiçbir bedel öde­meksizin İslamcı oluverip, medyatik ilgileri ve uğ­raşlarıyla ekranların yeni yüzleri olarak parlatılma­ya teşne olanlar,

Zihni donanımla­rındaki yetersizlikleri ne­deniyle şiir, roman, anlatı vb. asıl uğraşlarında dikiş tutturamayıp, hiç değilse siyaset bağıyla iktidarın belirlediği sanat pazarında itibar kazanmak isteyen­ler… şeklinde ayrıldıkları ileri sürülebilir.

Ancak bunların hiçbi­risi, kimilerini İslamcılığın içinde onama ya da dışına düşürme yönünde bir gerekçe oluşturamaz. Sa­dece bir erken uyarı sinyali sayılarak, yanlış algının eserleriyse, doğru algıyla tashihi, kimi ihmallerin ürünleriyse, bu ihmallerin telafisi, öte yandan mevcut din-devlet-halk ve iktidar telakkisinin aslına ve za­manın ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden yapılandı­rılmasına vesile bilinmesi elzem görülebilir.

Çünkü zaman ayrış­tırma ve ayrıştırmacılara fırsat verme zamanı değildir.