Eskiden daha az görünüyorlardı. Ama artık her yerdeler. İçlerinden biri çalışmaya ve devinmeye başladığında, etraflarında nereden geldiği belli olmayan, çocuklardan ve erkeklerden oluşan bir meraklı topluluğu birikir, onların ağır ama kendinden emin tavırlarını, düşünceli hareketlerini hayranlıkla karışık bir ilgiyle izlerlerdi. İnsanoğlu seyretmeye değer bulduğu şeyleri, üzerinde konuşmaya da değer buluyor. Bu sebeple izleyiciler, hem bu ucubelerin hareketlerini izler, hem de küçük başarılarını minik çığlıklarla, büyük başarılarınıysa bazen küfürlü övgülerle, bazen de düzensiz alkışlar ve hohoholarla karşılar, üzerine laflarlardı. Bu konuşmaların seyri, kazı sırasında rastlanan bir kaya kütlesinin çıkardığı zorluk üzerine olabilirdi mesela. Kahvedeki avarelik mesaisine ara vererek, inşaat çukurunun kenarına çömelmiş iki kafadar, o kayanın oradan nasıl oynatılabileceğine dair sonu gelmeyen çözüm yolları üretirler, sanki “delici”nin kabininde oturan kullanıcısı konu hakkında kendileriyle bir müzakereye girme ihtiyacı duymuş gibi, etraflıca, tadını çıkartarak akıllar verirlerdi.
İş makineleri, bütün o oyuncaklı hallerine rağmen bizde bariz bir hayranlık ve belki biraz da düşmanlık uyandırıyor. Kaslarımızın güç yetiremeyeceği ağırlıkları kaldırıveriyor, tırnaklarını geçirdikleri toprağı yerden söküveriyor, biçimsiz tepeleri düzleyip geçiyorlar. Özellikle de erkeklere özgü işlerin üstesinden, biraz da insan bedenine öykünerek sergiledikleri bu sıra dışı iş, erkek dünyasında belli bir mesafeden ama ilgiyle, hayranlıkla -kim bilir belki biraz kıskançlıkla- izlenmeyi hak ediyor. Kol gücüyle kesilemeyecek ağaçlar hızla kesilirken, kazmalarla delinemeyecek dağlar kolayca delinirken, ağır beton kütleleri en tepelere pamuk balyaları gibi kaldırılıp konulurken, bunları izleyen erkeklerin zihinleri ve kasları, yapılan işin insan ölçeğine bir uyarlamasını kaçınılmaz olarak yapıveriyor. Sonuç: Hayranlık ve tedirginlik.
Hayranlık ve tedirginlik, bir yerde eski masallardaki kahramanların ya da onları kahraman yapan zorlu rakiplerinin, dinleyende yarattığı duygular değil mi? Aynı anda kırk düşmanı biçen bir kılıcın sahibine karşı duyulan hayranlıktan ya da koca ağaçları kürdan söker gibi yerinden eden dev anasının karşısında beliren tedirginlikten bahsediyoruz. İşte bu makineler bir bakıma, eski masal kahramanlarına ve yaratıklarına özgü olan ve bizim hayali olduğunu zihnimizden çıkarmadığımız üstün fiziki güçlere gözümüzün önünde sahip oluvermeleri sebebiyle belli bir hayranlık ve tedirginlik yaratıyorlar. Ama bu hayranlık ve tedirginliği, sadece bu güçlere sahip olmaları sebebiyle değil, belki de daha çok, hareketli parçalarının insan uzuvlarına benzemesi sebebiyle doğuruyorlar.
Tam da bu sebeplerle iş makineleri kadının ilgisini çekmez. Ortada, ilgiyi sürükleyecek bir ilişki ağı ya da merhameti uyandıracak bir düğüm mevcut değildir. Aslında bir ilişki vardır ama bu ilişki kadın dünyasının ilgisini çekecek giriftlikte ve renklilikte değildir. Ortada daha ziyade, erkek dünyasına özgü bir güç sergileme, meydan okuma ve kavga, yani yeterince olgunlaşmamış bir ilişki biçimi mevcuttur: Kepçe toprağın karnını yarar, buldozer önüne kattığı cürufu zahmetsizce iter, silindir taşları kıra kıra ilerler. Bütün bunlar olurken, tabiatın elinden, can sıkıcı bir şekilde direnmekten başka bir şey gelmez. Dahası, orası burası akıl dışı bir şekilde oynayan iri kıyım makineler, sağı solu dağıtmakta, kazıp savurmakta, ortaya tozdan, topraktan ve gürültüden oluşan bir kirlilik çıkarmaktadır. Bu haliyle kadınların iş makinelerini toraman bir oğlana benzetmeleri işten değildir.
Aslında bizim, daha çok dozer, buldozer, silindir, kepçe diye özetleyiverdiğimiz bu makinelerin, daha karmaşık olanları da mebzul miktarda var. Söz gelimi bir “hendek açıcı” ya da yeraltında çalışan ve “uzunayak” tabir edileni, kendileriyle karşılaşmanın yaratacağı yeni hayranlıklar ve yeni tedirginliklere gebe. Onlarla, diyelim ki yurt dışında ya da bir büyük şantiyede karşılaşmış olan birinin, memleketine döndükten sonra arkadaşına, bu yepyeni karşılaşmanın kendisine verdiği imtiyazla, yeni bir masal anlatacağından kuşkunuz olmasın. Evet, masal anlatmak bir imtiyazdır.
Geceleyin bu satırları yazarken, evimizin karşısındaki çukurda dinlenen iş makinelerini düşlüyorum. Büyük bir meydan savaşından ölümüne yorgun çıkmış, süngülerini, pençelerini ve dik duran başlarını indirmiş askerler gibi bitkinler. Bu halleriyle biçimsiz birer hurda yığınına benziyorlar. Saçma olduğunu bile bile, kaslarının ağrıdığını, bu ağrıların dinlenmelerine mani olduğunu düşlüyorum. Biraz daha ilerlersem, horladıklarını ve rüya bile gördüklerini söyleyeceğim.
Görüyorsunuz, benim için iş makineleri, başlarından hep aynı olayların geçtiği modern ve bu sebeple sıkıcı kahramanlara çoktan dönüşmüş durumdalar.