İnsansız ekonomiyi terk etmek zorundayız

Enflasyon rakamları açıklandı geçtiğimiz Cuma günü. 11.9 ile son dokuz yılın en büyük enflasyonu ile karşı karşıya kalmış olduk böylece. Enflasyon sebepleri nelerdir diye sorup cevap aradığımızda, bazı sektörler açısından bakıldığında kısmi de olsa talep enflasyonu ile ve özellikle kur kaynaklı üretim maliyetleri dolayısıyla oluşmuş olan maliyet enflasyonu ile karşılaşırız. Talep enflasyonu ile maliyet enflasyonunun aynı tablo içerisinde kendisini gösteriyor olması durumun vahim olmadığının da bir göstergesi. Kapasite kullanım oranlarında pozitif bir etkiye işaret eder bu durum. Üretim potansiyelinin zorlandığı anlamına gelir. Hükümetin hedefi, malumunuz olduğu üzere enflasyonu tek haneli rakamlara çekmek yönünde. Eğer hükümet alacağı tedbirlerle bunu başarırsa Türkiye’nin önünün daha da açılacağını söyleyebiliriz. Tam da bir başka ekonomiye dair yazı yazmaya oturmuşken gelen habere dair yorumumu kayıtlara geçsin istedim.

Bazen karşılaştığımız sorunlarla bize ait olmayan çözüm yolları ile mücadele etmekte olduğumuzu düşünüyorum. Bunun neticesi olarak karşımıza çıkan şey ‘patinaj’dan başka bir şey de olmuyor.

İçinden geçmekte olduğumuz süreçte ‘işler nasıl’ sorusunun cevabı olarak ne veriyoruz? ‘Tadı yok’, ‘kesat’, ‘tık yok’, ‘iş var da tahsilatlar…’, ‘kötü, ‘çok kötü’, ‘sıkıntılı’ şeklinde cevaplarımız mı var yoksa içinden şükür akan cümleler mi kuruyoruz?

Bana kalırsa yaşamakta olduğumuz sürecin ne olduğunun cevabı bu soruya verdiğimiz cevapla doğrudan ilintili. Şükrü bu pazarın dilinden düşürmesin Allah.

Geçtiğimiz günlerde Müsiad Yalova Temsilciliğinde gerçekleştirilen dost meclisinde mevcut durumu tanımlamaya yönelik bir beyin fırtınasının içerisinde buldum kendimi. Anlamaya çalışmak adına takdire şayan kanaatlerin sunulduğu güzel bir toplantıydı doğrusu. Toplantıda konuşulanların tam da Müsiad’ın 16-17 Kasım 2017 tarihlerinde tertip edeceği ‘Küresel Katılım Finans Zirvesi’nde masaya yatırılacak olan ‘İnsani Finans’ kavramı etrafında şekillenmiş olması ayrı bir kazanç oldu hepimiz için. Doğrusunu isterseniz umutlandım.

Bugünün dünyasında ekonomik büyümeyi veya büyüyememeyi bir sorun olarak kabul edecek olursak buna dair çözüm önerilerimizin kaynağının neresi olduğu sorunun devam mı edeceği yoksa anlamlı bir çözüme mi kavuşacağı noktasında önem arz edecektir.

Çok ‘tersten’ çok başka bir yerden bir örnekle devam etmek isterim. Ahîlik teşkilatını bilirsiniz; hani şu, içeriğine vakıf olunmasa da dillere pelesenk edilen ahîlik teşkilatını. Ana hatlarıyla, ticari hayatın, esnaf kültürünün, iş ahlakının, çalışan hukukunun, ticaret erbabının birbirleri, tedarikçileri ve müşterileri ile münasebetlerinin tesis edildiği bir zihniyet olarak tariflememiz mümkündür ahîlik teşkilatını. Bunun yanı sıra, Osmanlının kurucu iradesinde önemli bir rolü bulunan gaziler, alpler ve alp erenlerin de neşet ettiği bir zihin dünyasıdır. Bir eğitim ocağıdır da diyelim de şöyle dört başı mamur bir şeyden bahsetmekte olduğumuz belli olsun.

Acaba büyüme mevzuu ahîlik teşkilatlarında ne şekilde ilerleyen bir sistematiğe sahipti? Bir pazarda, çarşıda, bir şehrin başçarşısında bir esnafın büyümesi dediğimizde ne ile karşılaşırız? Acaba bir esnaf büyürken bir diğerinin küçülmesi mi söz konusu oluyordu? Nüfusun artması sonucu oluşan istihdama ilişkin sorun nasıl aşılıyordu? Bir ustanın yanında önce ‘yarı yol’ sonra ‘yol sahibi’ olmaya dair başlayan ‘taliplik’ süreci nasıl işliyordu?

Elbette, zamanın farklı işlemekte olduğundan, üretim biçimlerinin değiştiğinden, sermayenin yapısının karmaşıklığından, mülkiyet mevzuunun güncel durumundan haberdar biri olarak soruyorum bu soruları. Bu soruları soruyor olmaktaki maksadım, yukarıda zikrettiğim bugünün ekonomik sorunlarına bize ait olmayan çözüm arayışları yerine çok içeriden çözüm arayışlarının bir netice verip vermeyeceğine ilişkin cevaplara dairdir.

İşin açıkçası ben, kök hücre olarak varlığını ‘görünür alanlar’ dışında sürdürmekte olan bu zihin dünyasının yeniden keşfinin içinde bulunduğumuz ‘eşikte durma’ halini aşmakta çok anlamlı bir katkı sunacağı kanaatini taşıyorum.

Büyümek birlikte olur. Birinin büyüdüğü diğerinin kadük kaldığı, küçüldüğü, yok olduğu bir pazarın aslında gün gelip de hepimizi tehdit edecek potansiyel üretmekte olduğunu görmemiz icap ediyor.

Hep anlatılan bir hikâye vardır. Bir esnaf sabah alışveriş için gelen müşterisinin taleplerinin bir kısmını yerine getirdikten sonra alışverişi sonlandırarak müşterisinden, geri kalan taleplerini ‘henüz siftah yapmamış’ komşusundan yapmasını istediğini hepimiz biliriz. Bu bir masal mıdır yoksa hakikat midir? Eğer masalsa yapacak bir şeyimiz yok. Ama eğer bu bir hakikate tekabül eden davranışlardan bir cüz ise pekâlâ bugünün dünyasında Müslümanlar olarak karşılığını tesis etmek durumundayız.

Müsiad Yalova Temsilciliğinde bu ve buna benzer birçok konunun gündeme geldiği birkaç saat yaşamış olduk arkadaşlarla. Yaşadıklarımızın dünün bir getirisi mi yoksa geleceğin bir habercisi mi olduğundan tutun, dünü mü, bugünü mü yoksa yarını mı okuyamadığımızı anlamaya çalışmaya kadar, nasıl piyasada olduğumuzu tanımlamaktan, neyi nasıl yaparsak mevcut durumu avantajlarımız haline çevirebilirize kadar birçok konuyu ele alma fırsatımız oldu.

Endişelerin dile getirilerek başlayan toplantımızda bize ait bir pazarın mümkün olduğunun ipuçlarını görerek ayrıldık toplantıdan. Bunu da kazanç hanemizin en kıymetli köşesine kaydetmiş olduk böylece.

Enflasyon ile ilgili olarak yaptığım girişte eğer değerlendirilebilirse üretim potansiyelinin kullanımı bağlamından hareketle gidişatın güzel olduğundan bahsetmiştim. Böyle bir eşikteyiz ve bu eşiği ha aştık ha aşıyoruz noktasındayız. Bundan sonrasının şekillenişinde bize dair bir hayatın kurgusuna da bir yandan kafa yormaya mecburuz gibi geliyor bana. İnsansız ekonomik kurguların kol gezdiği bu dünyaya insani bir öneri sunmak zorunda değil miyiz sizce de?