Bazı insanlar vardır, hayatlarını başkalarının özgürlüğü için adamışlardır. Özgürlük için hapislerde yaşamayı, sürgünleri ve ölümleri göze alırlar. İnanç onları her zaman güçlü tutar. Bu insanlar içimizde yaşayan kahramanlardır. İmam Abdullah Harun ve Nelson Mandela bizim için savaşan, mücadele eden, insanlığımızı bize hatırlatan kahramanlardan sadece ikisi.
Nelson Mendela, Güney Afrika’da apartheid rejime karşı mücadele etmiş, hayatının en verimli 27 yılını hapislerde geçirmiş, özgürlüğün sembol liderlerinden biri. Mandela’nın özgürlüğe uzanan uzun yolu Güney Afrika’nın Pearl kasabasında adi mahkûmların bulunduğu bir hapishanede başlamıştı. Irkçılığa karşı büyük bir mücadele veren Mandela, hapishaneden çıktıktan sonra Cape Town’daki City Hall binasında yaptığı konuşmada bu savaşın sadece siyahların beyaz ayrılıkçı yönetime değil, tüm insanlar adına yapıldığını söylemişti.
İmam Harun, Mandela kadar popüler değil, ama ondan daha anlamlı bir mücadelenin sembol ismi. İmam Abdullah Harun apartheid rejimin ilk kurbanlarından biri. İmam Harun’un özgürlük için ödediği bedel hayatını kaybetmesi ile sonuçlanmış, Mandela gibi özgürlüğüne bu alem de kavuşmasa da, Allah için yaptığı bu mücadele sonucunda zindanda şehadet şerbetini içerek kavuşmuştur.
İmam Abdullah Harun’un Güney Afrika’nın özgürlük mücadelesinde derin izler bırakmasına rağmen apartheid sonrası kuşak tarafından yeterince tanınmıyor. 1994 apartheid rejim sonrasında kurulan yeni yönetimin İmam Harun’a yeterince sahip çıkmadığını düşünüyorum. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, Güney Afrikalı Müslümanların imam Harun’un özgürlük mücadelesini yeterince kavrayamamalarıdır.
Cape Town’a ilk geldiğimde, İmam Harun’un torunu ile Salt River yamaçlarındaki mezarını ziyaret etmiştim. Bu ziyaret beni İmam’ın şehit edildiği 27 Eylül 1969’a götürmüştü. O yıllar henüz Mandela’nın hapishanede olduğu ve ırk ayrımcılığının en sert bir şekilde uygulandığı yıllardı. İmam Harun Cape Town’un kalın duvarlı polis merkezindeki hücresinde günlerce hakaret, dövülme, açlık, fiziki işkenceden geçirildikten sonra şehadete kavuşmuştu.
Güney Afrika’nın apartheid rejime karşı özgürlük mücadelesinde Müslümanların önemli bir katkısı var. Mandela’nın 27 yıllık hücre arkadaşı Ahmet Kathrada, gazeteci Şefik Merton, Zübeyde Cafer bu örneklerden sadece birkaçı. İmam Harun’un gerek Mandela gerek diğer özgürlük mücadelecilerinden farklı kılan unsur, İmam’ın özgürlük mücadelesinin temelinde İslam dininin etkisinin olmasıdır. İmam Harun ayrılıkçı rejime karşı savaşını inanç temeli üzerinden sürdürerek, İslam’ın özgürlüğe uzanan yolda bir referans olduğunu Güney Afrika Müslümanlarına ve Mandela’nın lideri olduğu Afrika Ulusal Kongresinin üyelerine gösterebilmişti.
İmam Harun’un ataları, 300 yıl önce Hollandalılar tarafından Malay adalarından Güney Afrika’ya köle olarak getirilmişlerdi. Cape Malay adı verilen bu Müslümanlar tüm baskılara, işkencelere zorluklara rağmen dinlerinden ve kimliklerinden hiçbir zaman vaz geçmemişler, iman ekseninde kendilerini koruyabilmişlerdi. İngiltere Batı Cape eyaletini Hollandalılardan aldıktan sonra özgürlüklerine kavuşsalar da beyazların haklarından faydalanamamışlardı. Apartheid yönetimin başlaması ile Güney Afrika toplumu üçe bölündü. Beyazlar, melezler ve siyahlar. Beyazlar üstün sınıf kabul edilirken siyahlar en aşağı sınıf olarak kabul edilmiş her türlü haktan mahrum bırakılmışlardı. Kalırt olarak isimlendirilen Cape Malay Müslümanları ise siyahlara nazaran daha fazla haklara sahip olmalarına rağmen, beyazların altında bir sınıf olarak kabul edilmişlerdi.
İmam Harun işte bu Cape Malay Müslümanların özgürlüğü için mücadele etmiş biriydi. Bu mücadele Tanu Baru’nun 1780’li yıllarda elleri ve ayakları zincirlenmiş olarak Hollandalılar tarafından getirilmesi ile başlamıştı. Baskı ve zorluklara rağmen ayakta kalabilen, dinlerini ve özlerini kaybetmeyen bir halkın mücadelesiydi bu.
İmam Harun genç yaşta Claremont Camiine imam olarak atandıktan sonra farklı bir mücadele dönemini başlattı. O yıllarda siyah Müslümanların camilere girmeleri yasaklanmıştı. İlk defa imam Harun camileri siyahlara açarak kendi camisinde beyaz, siyah ve melezin aynı safta namaz kılacağını, Allah katında hiçbir ırkın, sınıfın birbirine karşı üstün olmadığını gösterdi.
Bir defasında, İmam Harun’un yeğeni Yusuf, İmam’ın gizli gizli geceleri siyahların yaşadığı Baraka evlere gittiğini, onlara İslam’ı anlattığını söylemişti. Siyahların yıkanması, yemek yemesi için caminin bir köşesinde banyo ve mutfak yaptırdığından söz etmişti. Yusuf, İmam Harun’un ilk defa siyahlarla melezleri aynı camide buluşturmasının Güney Afrika’nın sosyal tarihi açısından bir devrim olduğunu düşünüyordu.
İmam Harun siyahlar, melezler ve beyazlar arasında bir farklılık olmadığını, insanların bir tarağın dişleri gibi eşit oluğunu düşünüyordu. Mandela da hapisten çıktığında yaptığı ilk konuşmada beyazın siyaha, siyahın da beyaza karşı herhangi bir üstünlüğü olmadığını sadece Güney Afrika’da halkların değil tüm dünyada yaşayanların birbiri ile eşit olduğunu söylemişti.
Abdullah Harun’un Mandela ile ortak yanlarından biri de Filistin için duyarlıklarıydı. İlk defa Güney Afrika’nın gündemine Filistin’i getiren imam Harun’dur. 1952’de camide yaptığı bir konuşmada Filistin özgür olmadan ümmetin özgür olamayacağını söylemiş, Güney Afrikalıların Filistin mücadelesine destek vermelerini istemişti. 1960’larda editörü olduğu Muslim Views gazetesine Filistin haberlerini taşımıştı. Mandela ve arkadaşlarının Filistin’i de ilk kez İmam’dan duyduklarını söyleyebiliriz. Çünkü yıllar sonra Mandela “Filistin özgür olmadan bizim özgürlük mücadelemiz tamamlanmış olmayacaktır” diyecekti.
İmam Abdullah Harun’un hayatı ve mücadelesinin hala yeterince bilindiğini söyleyemeyiz. “İmam’ın öldürülüşü” adında bir kitap ve belgesel film dışında hakkında yapılmış pek bir çalışma yok. Adı sadece Cape Town’da bir caddeye ve bir kültür merkezine verilmiş olan İmam Harun’un daha fazla tanınması gerekiyor. Çünkü imam Harun’u anlamadan, onun fikirlerini öğrenmeden Mandela’yı anlamaya çalışmak, eksik kalmış bir özgürlük mücadelesini anlamak olacaktır.