İktidarın kültürle imtihanı

İktidarın, “kültür politikalarında mesafe kat edemedik” itirafı, sadece bu iktidarın yetersizliği ve beceriksizliğiyle açıklanabilecek bir durum değil. Mevcut iktidar, diyelim ki olağan üstü bir hünerle, “kendi” kültür adamlarını yetiştirecek bir eğitim döngüsünü kurabilmiş olsaydı, “kendi” kültürel değerlerine muvafık kültür politikalarını hayata geçirmiş olsaydı, değişen yine de pek az şey olurdu.

Diyelim ki, mevcut iktidar, kültür adamı yetiştirmenin o yüksek maliyetlerini göze aldı ve ulaşım, maliye, asayiş gibi alanlarda yakaladığı muvaffakiyeti kültür alanında da gerçekleştirmeyi samimi olarak istedi. Bunun gereği olan burslar, vasatlar, mekânlar, kültür merkezleri ve ödüller ihdas etti. Cumhuriyet tarihi boyunca hep marjda bırakılmış muhafazakâr edebiyatçıya vefakâr oldu, haklarında kitaplar yazdırdı, diziler yaptırdı; yerli edebiyat ve düşüncenin yabancı dillere tercümesi için maddi destekler verdi; muhafazakâr sanatçıların isimlerinin yer aldığı kültür merkezlerinde maliyetli sempozyumlar, afili toplantılar icra etti; gadre uğramış sanatçıların adına ödüller ihdas etti ve yine gadre uğramış sanatçılara bu ödülleri verdi… Ama bir dakika, zaten tam da bunları yapmadı mı ve bu çabaya rağmen mesafe kat edilmediğini ilan etmedi mi?

O zaman acaba sorun nerede? Niçin muhafazakâr iktidarın, muhafazakâr bir sanat politikası oluşturup, netice alması mümkün olmadı?

Evvela, bir önceki paragrafta saydığımız bu imkânlar, birer imkân olmaları sebebiyle, pratik ve de mali meselelerdir. Bunlar bir yerde, kültürün sahici gündeminden ziyade kültür endüstrisinin başlıklarıdır aslında. Sanatçılardan daha ziyade ajansları ilgilendirir o yüzden. Bunlardaki üretime bakarak, daha çok ajans hareketliliğini görmüş olursunuz, sahici kültürel hareketliliği değil.

İkinci olarak kültür ve sanat politikası dediğiniz şey, kültür ve sanat insanı demektir. O insan, o kalem, o eser, o şiir yoksa politika da yoktur. Bu işlerde hiyerarşi şöyledir: Önce eser (sanatçı) vardır, sonra o eseri açıklama cehdinde olan kuram (akademi), sonra o kurama inanmış uygulayıcı (politika). Tersinden bir kültür politikası kurmaksa imkânsızdır. O yüzden, politikacının, hele de “başarılı” politikacının kültür ve sanat karşısındaki başarısızlığı tam da buradan neşet eder: O, kültür ve sanat söz konusu olunca, belirleyen değil, uygulayan olduğunu kabul etmelidir. Politikacının kültür ve sanata hükmü geçmez. Bu alan, bambaşka ilkelerin hüküm sürdüğü, fazlasıyla insan tekine ve onun istidadına bağımlı, kuşatmaya gelmeyen bir alandır. Oysa başarılı politikacı, bütün diğer alanlarda kazandığı başarısı sebebiyle kuşatmaya ve belirlemeye alışmıştır ve bu hissiyat onun muhatabını doğru takdir etmesini önlemektedir.

Peki, muhafazakâr sanat eseri çıkmadı, sanatçısı yetişmedi mi? Elbette çıkıyor, yetişiyor ama mevcut iktidarın öncesinde muhafazakâr mahallede yakalanan dil, beğeni, muhteva seviyesinin fevkinde yeni bir dil, beğeni çıtası, muhteva çeşitliliğinin oluşumuna şahit oluyor muyuz? Ya da böyle bir oluşum dikkat çekecek bir görünürlüğe kavuşuyor mu?

Yoksa o vakitler oluşmuş olana atıflarla şekillenen bir “hazırdan yeme kültürü” gelişti ve hatta giderek yerleşti mi? Hazırdan yeme derken de, hadi adlı adınca söyleyelim, aynı “büyük” isimlerin aynı biçimlerde yâd edilmesi, aynı türden anma geceleri, aynı türden özel sayılarla aynı “güzel” adamların tebcilini kastediyorum. Kısaca ve metaforik olarak söylemek gerekirse, yedi güzel adamı epey yorduğumuzu görüyorum.

O önemli ve elbette “güzel” adamların getirdikleri dilsel yeniliği, yükselttikleri beğeni çıtasını, açtıkları yepyeni başlıkları anlama cehdi, onların mitleştirilmesinden pek çok kat daha önemli. Çünkü bu cehdin verimliliği, onlara benzeyen ardıllarını keşfetmemizi sağlayan ölçütler sunacaktır bize. Böylece bizlere yeteneği tanımayı, sanatsal atılımın tabiatını keşfetmeyi sağlayan bir dinamizm kazandıracaktır. Bu ise, yeni insan, yeni eser, yeni dil yani kültür-sanatta kat edilecek o mesafe demektir.

Şöyle de söyleyebiliriz: Politikacı, sanatçının da, düşünürün de uslusunu sever. Ama atıfta bulunulan mesafeyi kapatmak için uslular yetmez. Ön sıradakiler, devamsızlığı olmayanlar, daimi tertipliler, uygun adımcılar, kültür politikalarının tıkır tıkır takibinde işe yarayan uygun bürokratlar olabilirler ama kültürün bizzat kendisini yaratmak için belki, belki değil mutlaka bunların dışındakilere bakmak gerekecektir.

Dolayısıyla mevcut iktidarın çeşitli vesilelerle yaptığı insan eleme ameliyesi, kendi mahallesi içindeki kültür-sanata ait isimleri de kapsayarak genişlememelidir. Tekrar edelim: Kültür ve sanat, gelip insan tekinde, o insanın biricik yeteneğinde düğümlenen bir meseledir. Dolayısıyla iktidar, nasıl ki siyaset ve diplomasi sahasında kendisine en beklenmedik muhataplar tayin edebilmekte ve Rusya’nınkinden ve İsrail’inkine kadar her masaya oturabilmekte, öylece ve hassaten kültür-sanat sahasında da kendisine muhatap çeşitliliği yaratmak zorundadır.