Muhafazakar siyasetin kültürle imtihanı bahsinde iş hemen her seferinde gelip “iktidar” kavramına dayanıyor. Kültür-sanat alanı, belli bir merkezden biçimlendirilen, o merkezin talimatlarıyla şekillenen, o merkezin siyasetinin etkilerine sonuna kadar açık bir boş, bir nötr alan gibi tasavvur ediliyor. O merkeze de “kültürel iktidar” deniyor.
Tespit bu yönde olunca, cari kültür-sanat alanına söz geçirebilmenin yolunun da, bu boş, nötr ve iddiasız alanı etkisi altında bırakacak bir başka merkezin tesisinden geçtiği düşünülüyor. Yani güçlü bir alternatif kültürel iktidar kurulabildiği taktirde, bu etkiye açık alana pekala hiza verilebilir sanılıyor. Sanılıyor, oysa gerçek böyle değil ve böyle olmadığına şahitlik eden onlarca örnekle çevrelenmiş durumdayız.
Bunun neticesi şu kanaatin doğması oluyor: Tasavvur edilen kültürel iktidarı elde etmenin kestirme yolu, bu kültürel iktidarı üretecek örgütlenmelerden geçer. Çünkü muhtemelen yine sanılıyor ki, kültürel iktidarı ellerinde tutanlar onu, sahip oldukları örgütler, örgütlenme geçmişleri ve tecrübeleri sayesinde tutabiliyorlar.
Örgütleri hafife alacak değilim. Yazar örgütlerine de, tiyatrocu birliklerine de, felsefe derneklerine de ihtiyaç olmaz olur mu? Ama bu örgütlerin kendi başlarına kültürel içeriği üretmeye güçlerinin yetmeyeceğini, öncelikli olarak, üretilmiş olanın kamusallaşması aşamasında etkin roller üstlenebileceklerini bilmek gerekiyor.
Peki meseleyi nasıl okuyalım?
Bence meseleyi “kültürel iktidar” yerine “kültürel iklim” terimi üzerinden okuyabiliriz. Kültür alanında etkin olmanın başlıca yolu, örgütlenmeye yoğunlaşmak değil, örgütlerin organik olarak yetişmesine yol açacak iklimi kurmaktır. Etkin olmanın yolu, kültür alanına biçim vereceği vehmedilen bazı müdürlükleri “bizden” birilerine emanet etmek değil, o müdürlüklere bile ihtiyaç duymayacak güç ve etkide bir kültürel iklim kurmaktır. Etkin olmanın yolu, yüz temel eser gibi listelerin içine, gadre uğramış muhafazakar yazarları dahil edebilecek iktidar aygıtlarına hükmediyor olmak değil, o listelere müstağni durabilecek güçte bir kültürel iklimi kurabilmektir.
Kültürel iklim, kültürün her sahasında gösterilen etkinlikten neşet eder. Çünkü kültürel içerik, her alanda yeniden üretilerek o iklimin bir öğesi olur. Bu alanlar birbirlerine yaptıkları bitmeyen ve adeta döngüsel olarak süregiden atıflarla yine birbirlerinden beslenirler. Şehrin mitolojisini yakalarsınız ve bir roman yazarsınız. Bu, sinemaya ilham verir; sinema tiyatrodan oyuncu devşirir; tiyatro, sinema ve televizyonla yarışacak beceriyi edinmek için sahne ve beden üzerine düşünürken kendisini sosyolojinin sahasında bulur vb.
Kültürel etki sahibi olmak için teksif olunması gereken nokta iklimin tesisi olmalıdır. Dikkatin, daha ziyade iktidarın ele geçirilmesine yönelmesi, kültür alanının işleyişini okuyamamak olacaktır. Mesele bazı tayinler, bazı yönetmelikler, bazı yeni örgütler, bazı danışmanlar gibi son derece tali ve mevzii parantezler içinde eriyip gidecektir. Oysa bir iklim tesis edildiğinde, yeni kuşakların içinde nefes alıp verecekleri, içinde kendilerini mutmain ve doymuş hissedecekleri bir vasat tesis edilmiş olacaktır. Bu organik hayat, kendi doğal ve doğal olduğu için de kalıcı sonuçlarını tevlit edecektir.
Bu iklimin tesisi, kültür alanını neredeyse boşluk bırakmayacak bir şekilde bütün olarak ele almakla mümkündür. Bütün derken, popüler kültürü de dahil ettiğimi söylemeliyim. Bütüncül bakabilmeli ve önemli önemsiz ayrımları yapmadan, bu iklimin bileşenleri olabilecek her türden kültürel devinimin önünü açmalıdır. Bütün enerji ve dikkat, idari mevkilerin fethine değil, bu mevkilerde bulunmayı anlamlı kılacak muhtevayı üretmeye yönelmelidir.
Çocuğunuzun önüne sizin gönlünüzü bulandırmayan ama onun da kapılabileceği bir çizgi roman koyamıyorsanız mesela, ya da sizi tedirgin eden bir romancılar kadrosunu sevdiğini kaygıyla izliyorsanız söz gelimi, bütün koltukları işgal etseniz ne olur?