İhtifallerin aşırı kısa tarihi

Annemarie Schimmel’in 1954 senesinde tanıştığı “Kardeşim İsmail”inden haberdarsanız, Konya’daki Şeb-i Arus ihtifallerinin tuhaf ve gizli tarihinden de haberdarsınız demektir. Schimmel’in Doğudan Batıya adlı hatıratında, hayretle ve daha çok da hayranlıkla andığı bu İsmail, aslında Konya ölçülerinde vasat sayılabilecek niteliklerle donanmış, Sahib Ata Camii civarındaki geleneksel bir mahallede kerpiç ve hayatlı evinde yaşayıp giden bir marangozdan başkası değildi.

Ama onu bir kez Schimmel’in gözüyle görmüşseniz, karşınızda muhteşem orta çağlardan çıkıp gelmiş bir fütüvvet heykeli canlanacak, eski bir arastanın terbiyeli ve sevecen sakinlerinden bir ahiyi tanımış olacaksınız: “Konyalı küçük bir zanaatkâr aileden geliyordu ve çocukluğundan beri Mevlevi geleneği ile hemhal olmuştu. “Üç yüz yıldır ailem, Tekke’nin [Konya Mevlevi Dergahı] et ihtiyacını karşılamıştır.” demişti bir keresinde gururla. Şanslıydı İsmail, kendine hem Mevlânâ’nın şiirlerinin künhüne vardıracak hem de İslam sanatının, bilhassa hat sanatı dünyasının kapılarını açacak manevi mürşidler bulmuştu.”

Cumhuriyet dönemi Şeb-i Arus ihtifallerinin, biraz tutuk, biraz acemice yürüyen o ilk senelerinden birinde, Schimmel’in yaptığı bir konuşmayı beğenen İsmail, bir yemek ortamında bu konuşma için teşekkür ederek onunla tanışmıştı. Sonrasında sadece Schimmel’i değil, onun cümle Alman muhitini de muhatap alan bir ev sahibine dönüşmüştü. Şeb-i Arus haftası başta olmak üzere, Hz. Mevlana’nın bu Alman misafirleri senelerce İsmail’in evinde ağırlanmışlardı.

Eskinin fırtına gibi esen köşe yazarlarından Refi Cevad Ulunay’ın, Şeb-i Arus ihtifalleri hakkında Milliyet gazetesinde çıkan çok sayıda yazısı vardır. Bu yazılarda, o günün Konya’sındaki “üç buçuk otel”in, nasıl gelen yerli ve yabancı ziyaretçileri ağırlamaya yetmediği, bunun üzerine Konyalının evlerini açarak bu ziyaretçileri nasıl ağırladığından bahseder. İşte İsmail, bu ağırlayan Konyalılardan biridir.

Cumhuriyet döneminde, yasaklı senelerin ardından Şeb-i Arus ihtifallerinin başlaması ayrı hikayedir, sürdürülmesi apayrı. Bugün, bu ihtifaller gündelik hayatımızın akışı içinde pek bir dalgalanmaya sebep olmuyorsa da, ellili yılların başlarında tasavvuf çevrelerinin başlıca gündemini oluşturmaktaydı. Bir grup dervişan, o senelerde bu ihtifallere tutunmuş, minik hamlelerle ve küçük dokunuşlarla bu ihtifalleri büyütüp genişletmiş, İmparatorluğun seçkin miraslarından birisi olan tasavvuf kültürüne son suni teneffüslerinden birini yapmışlardı.

Bu ihtifallerin bugünkü saltanatlı hallerine bakmayın. Refi Cevad, ihtifallerin kısa ve inanılmaz tarihini şöyle özetliyor mesela: “1946’da ihtifal Konya’da konferans verilmek ve ney çalınmak suretiyle yapıldı. 1947 ve 1948’de Ankara’da aynı şekilde Dil Fakültesi’nde yapıldı. 1949’da bazı esbabdan dolayı iştirak edilmedi. 1950, 1951, 1952’de yalnız konuşmalar yapıldı. 1953’de Konya’da biri Neyzen Halil Can, diğeri Sadi Hoşses beylerin riyasetleri altında 2 grup olarak gidildi. Ferahfeza, Beyati, Saba, Rast ayinlerinden parçalar okundu. 1954’de heyet halinde Konya’ya gidildi, kütüphanede ayin gösterisi yapıldı.”

Bugün her bütçeye uygun sema icrası var: Turistler için ayrı, çiğköfteci açılışı için ayrı tarifeler mevcut. Ama o tarihlerde, sema icra edecek semazen bulmak mümkün değildir. Senelerce bu icrayı yapacak semazenler İstanbul, Sivas, Afyon gibi şehirlerden derlenip toparlanmış, bir yandan da yenileri yetiştirilmeye çalışılmış.

Resim şu: Osmanlı bakiyesi bir grup dervişan, mutriban, muhibban, bu ihtifallere sahip çıkarak, genç Cumhuriyet’e bir aşı yapmaya çalışmışlar. Bakmayın bugün adım başı Hz. Mevlana bahsinin geçtiğine. O günlerin Türkiye’si, Hz. Mevlana’nın da, Mesnevi’nin de yabancısıydı. Devlet dili, onu “hümanist bir ozan” retoriğinin içine çoktan gömmüştü. Bu vasatta onlar, bir ney icrasını, bir konuşmayı dinlemeye, İstanbullardan kalkıp Konya’ya gitmişler, ocak tütsün istemişler. Şöyle bir manzara canlanıyor gözümde: Tekke ve zaviyeler kapatılmış, tarikatlar yasaklanmış. Türk müziği devletin radyosundan sürülmüş. Ama yarım saatlik bir ney icrası ile iki satır bir Mevlana konferansı ile bir adım atılmış. Adeta, bu ney sesi bir sur gibi, uyuyan derviş hücrelerini uyandırmış, onları Hz. Mevlana’nın kabri ve hatırası başında yeniden bir araya getirmiş.

İstanbul’dan Konya’ya ihtifale gidiş de başlı başına bir hikaye. Trenlerle, cemaat halinde, vagonları ihtifal vagonları olarak düzenleyerek yapılan yolculuklar bunlar. O senelerin son şahitleri hayatta. Bir belgesel çekilebilir, hatıralar derlenebilir.

Her sene bu vakitler ihtifal haftası geldiğinde, ev sahibinden konuğuna, o isimsiz kahramanları hatırlıyorum. Ruhları şad olsun.