Ramazan, harikuladedir. Bu sözcüğü, sözcük anlamında kullanıyorum. Harikulade, kuralı bozan, alışkanlığı parçalayan anlamına geliyor. Ramazan da esasen, gündelik hayatın kendisine eşlik ettiği monoton ritmi bozmaya matuf bir hamledir. Uykunun düzeni, yeme içmenin düzeni, bedenin düzeni bu ay boyunca elden geçer, yeni bir tertibe kavuşur.
Hal böyle olunca, bütün kural dışı anlarda tecrübe ettiğimiz gibi, bizde bazı hatıralar birikmeye başlar. Kuralın dışına çıkılamayan anların bizde iz bırakması ve belleğimize çizik atmasını bekleyemeyiz. “Yeni” bir şey olmamıştır ki, bellek onu saklamak üzere harekete geçsin.
Oysa mesela, gecenin bir yarısında, uykulu bedenleri kendi etrafında toplayan sahur sofrası baştan sona marjinaldir. Bu yönüyle de küçük çaplı bir heyecana yol açar. Sahur için uyanmak, oruçlunun o günkü orucunu kolaylaştırır âmenna ama asıl rolü, uykuya olan zaafımıza vurduğu neşterde belirginleşir. İçinden gelip geçtiğimiz, her günkü ritmiyle icra ettiğimiz uyumak hakkındaki bilincimiz, sahur sayesinde keskinleşir. Bu sebeple ramazana dair en kalıcı hatıralarımız, mesela öğle namazlarına dair değil de sahur vakitlerine dairdir.
Benzer bir bilinç keskinleşmesini iftar vaktinde de yaşarız. Gün boyu beklenen bir anın gelivermesi bizde, zayıflığımıza, yeme-içmeye olan mecburiyetimize, bedenimize olan mahkumiyetimize dair apaçık bir şuur canlandırır. Yemek karşısında sabırsızlığımız had safhaya çıkar, toplumsal rollerin ve kültürün eğittiği ilkel yanımız uyanır, bizi kendi gözümüzde fakr ile dolu biri kılar. Bizim fakr halini sergilememiz o kadar önemlidir ki, esma-i hüsnadan olan el-Ğanî (zengin, hiç kimseye muhtaç olmayan) ismi, biz fakr halindeyken görünürlük kazanır: Biz yok ve yoksuluzdur; o var ve varsıldır. Bizim yokluğumuzun ve yoksulluğumuzun koyulaşması, onun varlığının ve varsıllığının aşikârlaşmasına yol açar. İftar anındaki bu fakru zaruret sergisi, bizim benliğimizin kabuğunda çatlaklara yol açar. O çatlaklardan içeriye iman, haşyet, muhabbet sızar. Bu eşsiz deneyim sebebiyle de iftar vakitleri, tıpkı sahur vakitleri gibi marjinalleşir, yegâneleşir ve unutulmazlar arasına girer.
Ramazan, müminleri sıra dışına sevk eder. Sıra dışında gizli olan, marjda talibini bekleyen bir deneyime ulaşmayı kolaylaştırır. Din müessesesi, toplumsal kanavada dokundukça bazı ezberler ve kalıplar üretir. Her birimiz bu kalıpların içinde ezberden bir dindarlık yaşamaya başlarız. Dini tecrübenin deruni ve dönüştürücü gücünü daha az duyumsayarak yaşadığımız bu dindarlık, dini bir kültür unsuru haline getirmiştir. Nefsimizin kabuğunda çatlaklar açıldığını nadiren tecrübe ederiz. Nefsimizi onarması gereken din, bu toplumsallık filtrelerinden geçerken bazen nefsi muhkem kılan bir vasıtaya dönüşür. Giderek din bir muhafazakarlık haline bürünür. Oysa dinin deruni bir tecrübeye yol açması, dinin gerçek meyvesidir. Toplumsal dindarlık havuzu içinde üretilmiş olan roller ve kalıpların dışında, klişelerin ve ezberlerin dışında, kültürün ve sosyolojinin dışında, hesabı verilmiş, darası düşülmüş, hak edilmiş bir dine ihtiyacımız var.
Ramazanın bize verdiği fırsat sayesinde, dini bütünüyle toplumsal bir şema ve örgü içinde telakki etmekten, onu mesela bir tür milli kültür olarak tasavvur etmekten kurtulabiliriz.
Daha müşahhas hale getirelim: Hidayete ermiş bir kimsenin, İslamla teması taptazedir. O, peşine takıp sürüklediği geçmişinden birden arınıvermekle, benzersiz bir hafiflik kazanır. Bu öyle mucizevi bir tasfiyedir ki, yeniden doğum olarak adlandırılmayı hak eder. Geçmişteki beni öldürüp, yeni bir ben inşa etmek için hayatta önüne ender çıkan bir fırsatla karşılaşmıştır kişi. Yeni mühtedilerin bakışlarında bu tazeliği, bu “bebekliği” görürsünüz.
Ama her birimizin de, kültür ve toplumsallık içinde erimiş, eprimiş, gazı kaçmış, tarihi geçmiş, tazeliğini yitirmiş, cicim aylarından eser kalmamış, uzatmalı dindarlığımızı gözden geçirmemiz gerekir. İman, bizi ateşleyen, bizi rüzgarla dolduran, Allah’ın huzuruna fırlatan, nefes kesen bir şey olmadığında, bir yük, bir alışkanlık haline gelecektir. Bir yükle ömür boyu yaşamak da, ne bileyim?
Ramazan, hidayete ermek için, şu kırk yıllık dinimizi yeniden duymak, duyumsamak ve dinin çekirdeğindeki deruni tecrübeye uyanmak için ortamıza doğuyor. O incecik hilal bir neşterdir. Nefste çizikler açar, kötü kanı ve müzmin iltihabı günlerce akıtır. Oradan doğan boşluğa dolunay aydınlığı konacaktır.
Ramazan: “Ey iman edenler, iman ediniz” buyruğuna dönmek için mükemmel bir mevsim.